29 Aralık 2012 Cumartesi

Gelinlik Tamam


"Tüm gelinlikler beyaz ve birbirinin aynı" diyenlerden misiniz? Ben kendim için bakmaya başlayana kadar onlardandım. Ama pek tabi öyle olmuyormuş. Sanırım 2012'nin Haziran ayından beri falan gelinlik bakıyorum :)
Genellikle tüm gelinler gibi "biraz da ondan, şurasına da şundan, o eksik kalmasın ondan da" mantığında biri asla olmadığım ve ne istediğimden ziyade, ne istemediğimi çok iyi bilen biri olduğum için karar vermekte zorlandığımı söyleyemem. Fakat esas zorluk orada başlıyormuş. Sade aslında en zoru derlerdi, doğruymuş. Çünkü istisnasız gelinliklerin tümü o kadar abartı, o kadar karmaşık ki; benim aklımdaki o sadelik yerini karamsarlığa bırakmak üzereydi. Net olarak bilemem ama sanıyorum ki gördüğüm gelinlik görselleri yaklaşık olarak beş-altı binleri falan bulmuştur. Bunların içerisinden kendime oluşturduğum klasörde "elenmiş" bin tane gelinlik görseli vardı. O bin görsellik klasörümü aldım kolumun altına, tabi ki beynini en çok yediğim insan Zero'ya gittim bir akşam. Oturduk sabaha kadar baktık, durup saatlerce fikirler yürüttük, sağolsun Berrin teyzecim de katıldı bize. İnsan o kadar çok gelinlik görünce amacından da sapacak durumlara geliyor. İster istemez aklınız çeliniyor. Mesela asla mermaid model giymem derseniz, kendinizi "off bu muhteşemmiş" derken bir mermaid modele bakarken yakalıyorsunuz. Gibi.. O gece oh mis gibi verdik baş başa Zerocum ve Berocum, sabaha kadar oturup seçeneği 2'ye indirdik. İyi ki varlar.
O kadar çok detay ve model gördüm ki, dikebilme yeteneğim olsa kesinlikle dikebilecek mertebeye ulaşmıştım. A line, ball gown, mermaid nedir, hangisinin içinde ne materyaller kullanılır, hangi modelin kumaşı hangisidir vs teknik bilgilere oldukça hakimim artık.
Gelinlik seçmeye çalışıyorsanız emin olduğunuz tek şey "beyaz" olacağı oluyor. Hatta o bile şaibeli. Mesela beyaz mı, kırık beyaz mı, ekru mu ve hatta ten rengi, çok açık pudra mı falanlar bile aklınızda net değil. Benim kesinlikle emin olduğum ilk konuysa dantelin ne olursa olsun asla ne duvakta ne gelinlikte kullanılmayacağıydı. Şahsi fikrim; dantelin aşırı kitsch bir unsur olduğu. Özellikle gelinlikte hiç oluru, kurtarırı yok. Asilden ziyade demode bir seçim bana göre. O yüzden en azından öncelikle materyali bir kumaş azaltmıştım ilk olarak.
İkinci düşüncem öyle taş-tuşun gelinliğe hiçbir durumda yakışmadığı. Baştan aşağı taşlı bir abiye giyebilirim mesela, ama gelinlik için uygun olmadığı kanısındayım.
Böyle böyle bir çok kumaşı ve materyali eledim. Tabi ki hepsini yazarak sonuçta nasıl bir gelinliğe ulaştığımı belli etmeyeceğim :) Yalnız o binler arasında görür görmez ilk olarak "budur!" diyerek vurulduğum modeli şu an diktiriyor olduğumu belirteyim. Dönüp dolaşıp ona döndüm. İlk önce beğendiğim ve en sade olanı ve tabi ki en mükemmeli. Böyle kendimden çok emin bir "en mükemmeli" diyorum ya; o güven sevgilimden kaynaklanıyor. Gelinliği ona hiç göstermedim, göstermeyeceğim de. Ama bu konunun merkezindeki insan olarak bana sadece hep tek bir şey söyledi. "Ben en güzel, en mükemmel gelinliği alacağım sana. Hiçbir şeyde aklın asla kalmayacak." Bu onun her zaman ki tavrı. En başından, ta arkadaşlığımızdan beri benim için en mükemmeli yapan bi adam o. Hem de tek başına, kimseye yaslanmadan. Bu güne gelene kadar hiçbir şeyim asla eksik olmadı. O bana her zaman en güzelini, en mükemmelini sundu. Ben hep onunla gurur duydum, göğsüm kabardı. Yanımda, elimi tutan, böyle gurur sebebi bir yol arkadaşım varken, elbette biliyorum ki en mükemmeli gerçekten benim olacak.
Modeli seçtik de iş geldi en önemli kısmına. Kim dikecek?
Moda evlerinin merkezinde -Kadıköy'de- yaşıyorum ama bu işler ünlü moda evi falan olmaya bakmıyo. Çünkü hangi moda evi olursa olsun, dikecek olan terzisinin elinden ne çıkacağı tamamen şans. Ne kadar pahalı o kadar iyi mantığı da yok. Burada devreye öncelikle kısaca bir araştırma yapmak giriyor. En ünlüsünden, en kenarda kalmışına kadar başlangıç olarak örneğin 4-5 moda evi gezmek şart. Hem aynı modele kaç farklı fiyat verildiğini görüyorsunuz ve ortalama bir fikriniz oluyor; hem de elinizde sadece görseli olan modeli ortaya çıkarmak için kullanılacak kumaş-materyal seçeneklerinden haberiniz oluyor. Siz görselde sadece istediğiniz modeli görüyorsunuz, oysa moda evi size gereken kumaşı, tekniği anlatıyor. Belki düşündüğünüz bir ayrıntının teknik olarak mümkün olamayacağını söylüyor veya hiç aklınızda olmayan bir detaydan bahsediyor ufkunuz genişliyor. Yani gezip fikir almak kesinlikle başlangıç adımınız olmalı. Ben Kadıköy'de çok çeşitli moda evleri gezdim. Fiyatların arasındaki farklar çok şaşırtıcı öncelikle. Sonrasında dediğim gibi, beğendiğiniz gelinlik için gerektiğini söyledikleri kumaş bile değişiyor. Bu da size öğretici oluyor haliyle.
Karar vermeden önce ikinci durak; tavsiye. Daha önce gelinliğini canlı canlı gördüğünüz, bir yakınınıza dikim yapmış bir moda evi. Ben melek kuzenim Zuhal'in gelinlikçisiyle görüşmek için Fatih Gelinlikçiler Çarşısı'na gittim. Zuzu'm nişanlığında çok kötü bir tecrübe yaşadığından, gelinliğini korka korka diktirmişti. Ama sonuç muhteşemdi. Burada tavsiye önemli tabi. Daha önce bir yakınınızı mutlu göndermiş bir moda evi, sizin için en ünlüsünün bile önüne geçiyor. Güveniyorsunuz en başta. Benim seçtiğim modelin kumaşı çok özel ve hatayı yüzde yüz gösterecek bir kumaş. Buna ek olarak bir de çok çok sade bir gelinlik seçmiş olmak, karmaşık ve bol işli-taşlı modellerden çok daha riskli. Görüştüğüm her moda evi bana bunu söyledi "sade her zaman en risklisidir." Neyse efendim, Zuzu'yla birlikte onun gelinlikçisiyle de görüştüm ve o güne dek aralarında en öne çıkanı elbette orası oldu. Prensipte anlaştık ve kesin anlaşmayı yapmak için Şubat'ta görüşmek üzere oradan ayrıldık.
Fakat insan bazen burnunu ucunu göremiyor olsa gerek ki, ben çalışmalarına en çok güvendiğim moda eviyle görüşmeyi unutmuşum. Gelinlik 21!
Aklımda bir tek orası kalmıştı. Derhal bir randevu alarak görüşmeye annecimle birlikte gittim. Diktikleri her şey mi kusursuz olur? Bence gelinlik piyasasının tek markası olma yolunda hızla ilerliyorlar. Yurt içi ve yurt dışında 9 şube ve 2 şube daha çok yakında İzmir ve Bursa'ya açılıyor. İsimlerinin altı da hiç boş değil. Bu kadar çok şubeye rağmen dikim kalitesi aynı kalıyor, çünkü hangi şubeye sipariş verirseniz verin atölyeleri Kadıköy'de ve bütün dikimler orada yapılıyor. Ben de bu güvene karşı koyamadım tabi ki!
İlk görüşmemizi 7 Aralık'ta yaptık ve o gün anlaşarak sözleşmeyi imzaladık. Bunun şerefine ömrümde ilk kez gelinlik giymiş olabilir miyim sizce? Bence olabilirim :) Benim gelinliğimle uzaktan yakından alakası olmayan bir modeli seçtim ve denedim. "Nasıl bir duygu?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Tanımlamak biraz zor aslında. Mesela ben baştan sona benimle alakasız bir model denedim ama yine de onun içinde bile insan kendini bambaşka hissediyormuş. Sanırım tüm gelinler aynı şeyi hissediyor. O yüzden dışardan bakılınca bize ne kadar zevksiz görünse de "her gelin güzeldir" cümlesi galiba biraz doğru. Modeli, kumaşı, tarzı nasıl olursa olsun her gelin onun içinde aynı duyguları taşıyor. Evrensel bir duygu ve gerçek bir büyü.
Sevgili annemi bu görüntüyle ağlatacağımı düşünüyordum ama yanılmışım :) Sanırım bana ait olmadığı için çok duygulanmadı. Sadece "bu bile güzel" diyebildi. Galiba gelin anneleri de aynı evrensel duyguyu paylaşıyor.
Sözleşmeyi yaptıktan sonra ilk provama kardeşcim Zero'yla birlikte 28 Aralık'ta gittik. Ölçülerim, detayların net halleri, kumaş ve renk seçimi, aynı şekilde kuşağımın renk ve kumaş seçimi, yeri, büyüklüğü, duvak şekli, uzunluğu gibi tüm konuları hallettik. Kendi gelinliğime henüz somut olarak dokunmuş değilim, bunun için ikinci provam 12 Nisan'da gerçekleşecek. O günden fotoğraf paylaşmayacağım için, sizlerle bu yazımda bana göre sıradan, ama 2012'de bir çok gelinin tercih ettiği modeli, o meşhur kırmızı kadife prova basamağında denediğim anı paylaşacağım.
Galiba bütün gelinlikler aynı duyguyu yaşattığı için gerçekten "birbirinin aynı" ve bütün gelinler güzel :)


1 Kasım 2012 Perşembe

İyi ki...

Ekim'in 29'unda üçüncü doğum günümüzü kutladık biz. Yine herkesten uzak, yine sessiz sedasız, yine başbaşa.. Sanırım en çok bunu seviyoruz.
Bu doğum günümüz için epey uzun zaman öncesinden hazırlıklara başladım. Ama itiraf etmeliyim hediye seçmek işi beni her defasında biraz daha zorluyor. Klasik hediyeler hiç bize göre olmadığı için, her defasında aklı bir parça daha zorlayarak düşünmek, bu sefer nasıl bir ilginçlik nasıl bir sürpriz olsun diye düşünmek, sevgili bunu görünce yüzünde nasıl bir ifade oluşur diye hayal etmek...
Derken ilk sürpriz kendi ayaklarıyla bana geldi. Nette dolanırken 12 Ekim'de Komedi Dükkanı'nın Bostancı Gösteri Merkezi'nde olacağını gördüm.
Tolga Çevik ve Komedi Dükkanı bizim için çok özel. Henüz iki iyi dostken birlikte izlemeye başladığımız, "birlikte bir şeyler yaptığımız" ilk program. Biz'e özel ilk hadise. Eş zamanlı olarak, farklı evlerde, farklı odalarda, farklı bilgisayar ekranlarında, aynı adama bakıp gülerek, bir yandan da saniyesi saniyesine mesajlaşarak izlediğimiz komik şey. Özellerin özeli.
Bu yüzden o ilanı görür görmez karar verdim biletleri almaya. Tarih 12 Ekim'di ama olsun. Bu da yepyeni bir fikir doğurmuştu. 12 Ekim'den itibaren 29 Ekim'e kadar her haftasonu yeni bir doğum günü kutlaması yapmak. Tek bir gün yerine 3 haftayı doğum günümüze ayırmak. Tadına vara vara, sindire sindire ve her defasında yeni bir sürprizle kutlamak. Güzelden de öte geldi kulağıma.
Ertesi gün gidip biletleri aldım ve o akşamı beklemeye başladım.

 
Tabi ben biletleri aldığımda aylardan Eylül :) Zaten Ekim'e bıraksam bilet falan bulmam imkan dışı. Neyse sevgili okuyucu, biletleri aldıktan bir-iki hafta sonrası; sevgiliyle sohbet ediyoruz. Sana güzel bir sürprizim var dedi. O an şıp diye anladım Komedi Dükkanı olduğunu. İnanılmaz üzüldüm, soramıyorum da ben bilet aldım, senin de sürprizin bu dimi diye. Aynı şeyi yaptığımızı düşünüyorum ama, bir yandan da ya öyle değilse diye düşünüyorum. Söylersem açık vermiş olucam. Kendi sürprizim bozulacak. Acaba ne diye sorunca, sen seninkinin ilk iki harfini söyle ben de benimkinin dedi sevgili. BO dememizle benim yıkılmam bir oldu tabi.
Sürpriz yapmaya kalkmışım, ama ortaya çıkmış. Burukluk oldu haliyle. Ama bir tarafında da, nasıl aynı olduğumuzu, akıllarımız nasıl aynı çalıştığını da canlı bir şekilde görmüş olduk. Bir mutlu olduk, bir uçuştuk hemen :) Halimize bak diye gülüştük. Sonuç olarak elimizde 4 tane 1.kategori biletimiz vardı ve mutluyduk. Harika bir akşam geçirdik, gülmekten makyajım aktı palyaçoya döndüm, daha çok güldük. 12 Ekim 2012 Komedi Dükkanı bizi dost olarak bir araya getirip, hayat arkadaşlarına dönüşmemizin en önemli kilometre taşlarından biri olarak çekmecemize saklandı. 
20-21 Ekim günleri için de, sevgilinin uzun zamandır istediği tarzda kruvaze yaka bir deri ceket arayışına giriştim. Gezmediğim mağaza kalmadı fakat bulamadım. Ellerim bomboş kalacağımı düşünüp de epey bir üzüldüm. Planladığım 3 haftalık kutlamayı gerçekleştiremeyecektim ve ikinci hafta boş kalacaktı. Fakat sonra zihinde bir ampul yanıverdi. Sevgili aylar önce Kadıköy'de göz ucuyla bir deri ceket beğenmişti, fakat ben nasıl bir şey olduğunu görememiştim. Yani O'nun yardımı olmadan almam imkansızdı. Dolayısıyla sürpriz meselesinden vazgeçerek direkt sordum ve gidip aldım. Sonra da "alamadım, param yetmedi" dedim. Hatta bir kaç gün sonra mağazaya götürerek üzerine denettim. Güzel durmadı falan bile dedik. Kötüledik ceketi ama sonra karşısına çıktı tabi. Şuan üzerinen çıkartmıyor kendisi, pek bir severek giyiyor maşallah. Giyim konusunda aşırı seçici bir adamdır kendisi çünkü. Modanın dahi çocuğu.
Kendisinin yeni aşkıyla fotoğraflarını eklemiyorum, kıskandım.
Ve geldik 29 Ekim haftasına. Malum araya bayram girdi. Ben ta 1 ay öncesinden her şeyi hazırladığım için, günler de geçmek bilmedi. Ama en çok da bu hediye için heyecanlanıyordum, yalan yok. Çok uzun yıllar önce keşfettiğim bir hediyeydi bu ve bunca zaman sonra tekrar karşıma çıkışı da anlamlıydı. Sevgiliye aklının ucundan geçmeyecek bir şey yaşatmak isteği diyelim. Aykırı olmak konusunda ileri gitmek isteği diyelim. Ama en önemlisi ve gerçeği olarak; beni O'nu tanıdığım günden beri uçuran adamı ciddi manada uçurmak isteği diyelim :)


Giftibox paketleri içeriklerine göre sınıflandırılmış yüzlerce aktivite içeriyor. Bu kutulardan size uygun olanını alıp, içerisindeki yüzlerce aktiviteden dilediğinizi seçiyorsunuz. Yani hediyeyi alan kişi kendine en uygun hediyeyi seçiyor aslında. Ben sevgili için adrenalin paketini tercih ettim ve hatta seçimi de onun adına yaparak Yamaç Paraşütü aldım. Dediğim gibi; beni sürekli uçuran sevgiliye, ciddi bir uçuş deneyimi en mükemmeli :)
Bu hediyeyi 29 Ekim'den önceki bir tarihe ayarlamaya çalıştım, havaların bozacağı endişesiyle fakat zaten hava şartları nedeniyle uçuş yapılamadı. Ben de çakallık ederek bu bombadan kendisini 29 Ekim gecesine dek haberdar etmedim.
28 Ekim'i 29'una bağlayan gece 00:00'da en titizlendiğim hediyemi, kelimelerimi yolladım sevgili adama. O hep sayfalarca anlattığım, ama ne yazarsam yazayım O adamı anlatmak için hep eksik kalan yazılarımdan birini. 
Geldik 29 Ekim'e.
Özellikle yalnız olmayı seçtiğimiz gün. Etrafımızda kimse olmasın istediğimiz..
Yine çocuklar gibi, sevgilinin bayıldığı cicileri seçtim, ojelerim her doğum günümüzde olduğu gibi siyah, saçlarım fönsüz kendi halinde, çünkü O öyle seviyor, doğal. Geldi aldı beni çıktık. Üstünde tabi deri ceketi :) Pantolonu ve gömleği de annem ve babamın hediyeleri bu arada. Bu kez Taksim değil Kadıköy'deyiz. Bizim için özel bir yer, hep. Hem de hiçbir şey olmadan özel. Şu şu mekan değil. Her yeri. Ritüeli gerçekleştirip Moda'ya yürüdük. Her zaman ki gibi komiklikler, kahkahalar. Ardından tabi sessiz durmayan karınlarımız, acıkmalarımız, ne yesek kritiğimiz klasik. Bugün senin günün sen seç deyişim ama içimden de noodle geçirişim. Canım çekmiş. O da noodle dedi, şaşırdık mı? Hayır. Gittik büyük boyundan noodlelarımızı yedik afiyetle. Hatta sevgili çok yandım acıdan dedi ,yarım bıraktı sanıp "oyy bitmedi mi?" diye onun noodleda atlayışım var bir de. Meğer bitirmiş. Karnımız da doyunca tabi ki alkol zamanımız gelmişti. Şöyle oturup karşılıklı, bol muhabbetli, bol gülücüklü, zaman zaman göz doluşlu uzun bir alkol masası lazımdı. Bu sırada sevgili tabi ki uslu durmuyor, sürekli "ee son bomba nerde" tadında sorular soruyor. Ama erken pes etmedim. Kafamda kurduğum önemli bir yer vardı ve orda olmalıydı.
Doğum günümüz yine gürültüsüz, bize has geçti. Kudurmadan, kalabalık arkadaş grubumuzla gürültü patırdı yapmadan, sakince. Daha önce ki doğum günü bloglarımızda bahsettiğim gibi. Tam anlamıyla bir teşekkür, bir minnet, şükür hali hakim oluyor bizde. Yıllar yıllar önce senin haberin bile olmadan, dünyanın bir yerinde O dünyaya gelmiş bugün diyorsun. Senin haberin olmadan, ama senin için. Senin için nefes almaya başlamış ufacık bedeni. Bundan daha fazla teşekkürü hakeden bir gün yok ki. Ne tanışmanız, ne söz, ne nişan, ne evlilik. Hiçbir gün bunun önüne geçemiyor. Bu başka bir şey çünkü. Bir varoluş, bir inanç meselesi. O'nun sizin için, sizin de O'nun için nefes almaya başlamış olduğunuz inancı. Başka türlüsü mümkün değil.
Üçüncü doğum günümüz için, üçüncü kez şükrettim o masada. Sessizce, içimden, huzurla.
Uzun geçen gecenin sonuna geldik. Kalktık, yürüye yürüye devam ettik yolumuza. Bizim için özel, başkaları için defalarca geçtikleri yolun o kısmında durdurdum O'nu. Şaşırdı ama anladı. Gözleri parladı, her zamankinden daha fazla. Aklımdan geçen o cümleleri söyledim. Niye orda duruyoruz sorusunun cevabı olan cümleleri. "Ve sen beni hep uçurduğun için, bu senin" diyerek uçuş hediyesini verdim.
Sarıldık. Uçtuk.

***

Geceyi yine bir ritüelle, bizim evde sonlandırdık. Annem, babam ve Can'da sevgilinin doğum günü için hazırlanmışlardı yine. Pastamızı evde birlikte kestik. "İyi ki doğduuuuun Cumhuuuuuur" melodisini de eksik etmedik. Sen de hayatımızdan eksik olma ışığım.
Seni seviyorum.

21 Eylül 2012 Cuma

Kelime Oyunu :)

Hepinizin bildiği gibi 21.09.2012 akşamı Bloomberg HT'de yayınlanan Kelime Oyunu yarışmasındaydım. Ve yine hepinizin bildiği gibi bu ilk yarışmam değildi, 2010 yılında da Kelime Oyunu'nda yarışmış ve gün şampiyonu olmuştum. İkinci katılışım olduğu için yayından önce sıkı sıkı tembihlendim; ilk kez geliyormuş gibi konuşun, başkalarının hakkı yeniyormuş imajı oluşmasın vs diye. Bu yüzden yayında konuşamadık ama yayın öncesi bol bol 2 yıl öncesinin dedikodusunu yaptık, hatta diğer yarışmacıları biraz korkuttular İnci eski birincimizdi diye.
Bu kez birinciliği kılpayı kaçırdım ama olsun. Alışkanlık yaptı 2 yılda bir tekrar katılacağım sanırım Kelime Oyunu'na :)
Bunu da Anılar Çekmecemize eklemem gerekiyor haliyle. Aşağıya programın tamamını bırakıp gideceğim, bu link burdan uçarsa bilin ki hata yayıncıların. Umarım yıllar sonra bile izleyebileceğimiz bir anımız olur...

Kelime Oyunu İnci Doğan 21.09.12

20 Eylül 2012 Perşembe

Biri Nedimeler Mi Dedi?



Biz; (ben, nişanlımcım ve ekibimiz) düğün günüyle ilgili her bir detaya çoktan gömülmüş olsak da, "çok erken" "bunlar delirmiş" vs dememeniz için bir süre daha bekledik ancak bu kadar sabredebildik ve ilk duyuruyu yapıyoruz.
Bunu da şimdiden duyurma sebebim, canım ciğerim nedimelerimin işlerini kolaylaştırmak tabi ki. Malum, onları Miss Törki kıvamında kampa almadığım kaldı bir tek. (Uğurkan Erez'den daha disiplinliyim falan) Her biri benimle birlikte o günün başından sonuna kadar aynı telaşı, aynı stresi, aynı koşuşturmayı yaşayacak zaten. Bu heyecanı, bir de en önemli nokta olan elbise seçimlerini son aylara bırakarak gerilim filmi tadına dönüştürmeyeyim diye ilk önce açıklamak istedim. Önlerinde aylar varken çıkıp dolaşmaya, fikir almaya bol vakitleri olsun gerilmesin tatlışlarım :)
Şaka bir yana, benim için nedimelerimin ne kadar önemli olduğunu, bunu yapmayı ne kadar çok istediğimi, bu konuda ne kadar titizlendiğimi tüm ekip biliyor. Nedimelerim yalnızca düğün günü değil, tüm hazırlıklarım boyunca bana en yakın ve en yardımcı olacak kişiler, bekarlığa veda partimde (onlar için hazırladığım ama onların bile şu an bilmediği sürprizlerle) alışverişlerimde, A'dan Z'ye tüm seçimlerimde fikirlerine ihtiyaç duyacağım insanlar. O günden geriye kalacak olanlar yalnızca bu satırlarım ve fotoğraflarımız-videolarımız olacağı için, o şık görüntüyü hep gülümseyerek saklamak istiyorum.
Tasarladığımız ilk aşama, benim gelinliğimin detay renkleri ve nedimelerimin elbise renkleri arasındaki uyumdu. Sezonun modası mint rengi ve mor tonları arasında gidip geldik, ama sonuç olarak mor ve tonlarında karar kıldık. Nedimelerim morun istedikleri tonunda, istedikleri modelde elbiseler ve benim ellerimle hazırlayacağım bilek korsajları ile salınacaklar tüm gün...
Sorulara geçmeden önce merakla beklenen kısmı ilan etmek isterim. Gururla açıklıyorum nedime listemi efendim :) Sizi sıralayamayacağım için çakallık edip alfabetik sırayla yaptım listeyi kızlar :)
Buyrunuz güzeller güzeli 2013 İnci's Bridesmaids Asil Listesi (kahkahalar...)

Dilara 

Ece 

Selen

Sibel

Zerrin

Zuhal 

Canım cicim nedimelerim şu an bu yazıyı okurken bir yandan "acaba ne renk seçildi?" diye merak ediyorlar biliyorum. Bir çok kez hepsiyle konuştuk ama ben kararımı MOR'dan yana kullandım! Gelinlik detaylarımdaki morun tonu hakkında burdan şu an daha fazla bilgi sızdırmayacağım ama siz sevgili nedimelerimin de elbise renkleri belirlenmiş oldu. Seçebileceğiniz tonlarca model ve aşağıdaki renkler var.

* Mor
* Lila
* Sıklamen vs.

Diyorum ama burda bırakmıyorum buyrun size morun tüm tonları;

Ve hatta bir takım elbiselerde görmeniz açısından morlar;



Bitmedi nedime fotoğraflarından örnekler;



Şimdiden kıpırdanmaları hissedebiliyorum. Ben de onların giyecekleri elbiselerin detayları, tonları, bilek korsajları ve o gün çekilecek tüm fotoğraflar aklıma geldikçe daha da heyecanlanıyorum.
O gün en az gelin ve damat kadar konuşulacak bir çalışma içerisindeyiz sevgili okuyucu.
Darısı başınıza :)

13 Eylül 2012 Perşembe

Tanımlanamayan

Bu yazıya başlamakta ciddi anlamda zorlanıyorum.
Epey öncesinden başlamalıyım sanırım. Çok başından, arkadaşlığımızdan... O zamanlar da 7/24 bir arada olduğumuz için, hep konuşurduk. "Aslında sermaye olsa şu işi kurmak lazım, bak bu da yapılsa süper olur" vs. şeklinde. Ben ta o zamanlardan iş hayatından daha başlayamadan bıkmış, nefret etmiş biriyim. Kendi mesleğim dışında bir çok sektörde, bir sürü tecrübem olmuş. Ama mutlu olmamışım hiç. Her defasında da gelip Cumhur'a sızlanmışım, ağlamışım. O'nun tecrübesi daha fazla tabi, bir de kendi işini yapmış bir dönem. Hatta sık sık "keşke o cafeyi kapatmadan önce görebilseydin" gibi laflar edip gülümsetirdi beni. Sonra bir gün bana küt diye "seninle ortak olucaz kızım" dedi. Her zaman ki gibi bir muzırlık beklediğimden güldüm, ama ciddiydi. "Benim param yok ki, doğru düzgün bir iş bulsam bile minimum 5 yıl sonra belki.." dediğimde "senden para isteyen mi oldu?" diye azar da işittim. Velhasıl kelam, söz temsili :), ikimiz de kendi işini yapmanın hayalini kuran iki en iyi arkadaştık.
Gel zaman git zaman, biz olmamız gereken BİZ'e evrildik, zaman geçti durmadı tabi, zamanlar geçti, sevgilim geçen kış kendi işimizi yapmak için birileriyle masaya oturdu. İş yemek sektöründeydi, ama demek ki bizim için doğru değildi ki olmadı. Her zaman da bu bakış açısında olduk, her konuda. İnandık ki olmayan bir şey mutlaka daha iyisi olacağı için olmamıştır.
Haklıydık.
Her akşam bana bütün gün kafasında tasarladığı yeni girişim fikirleriyle gelen sevgili, aralarından bana hiç bahsetmediği bir tanesini seçmiş, bütün sistemi oluşturmuş ve kocaman bir patronluk hediyesiyle karşıma dikilmişti. Ne hissedebilirdim ki?
Ne hissedebilirsiniz? O adam, o zamana kadar kötü iş tecrübeleri yaşamış bir siz var karşısında. Bu tecrübelerin her birine şahit olmuş. Gün gelmiş koşup ona sarılıp ağlamışsınız, gün gelmiş birlikte küfretmişsiniz. Sizi hep sakinleştirmiş, yatıştırmış. Daha iyisi olacağını fısıldamış hep. Söz vermiş, "bir gün mutlaka kendi işini yapıcaksın, ben açıcam orayı sana" diye. O her zaman ki sonsuz sakinliğiyle sizi de huzura boğmuş. Dışarda ne kadar kötü, berbat, acımasız bir dünya varsa; O'nun olduğunuz için ikinizin dünyasında da bir o kadar huzur, sakinlik, saflık... Dışarda ne kadar "koskocaman kadın"sanız, O'nun kanatlarının altında bir o kadar "ufak kız"... Ama hayat devam eder, çalışmanız gerekir. O adamın omuzlarındaki yükleri hafifletmeniz gerekir. Bir sürü saçma sapan işe daha girip çıkarsınız bu sırada, sinirleriniz iyice bozulur. Herkes akıl verir, akıl bedava ya. Sanki kendileri çok şey başarmış gibi, sanki her insan birbirinin aynı olmak zorunda gibi sıradan akıllar. Anlayamazlar; herkesin yaptığı şeyleri yaparak mutlu olmadığınızı, yaratıcı olmanın ama bunu hayata geçirememenin ne demek olduğunu. O yüzden onlarla konuşmazsınız. Bıkkın kafa sallamalar dışında bir iletişiminiz olmaz. Yalnızca O adam anlar sizi, O bilir, çünkü O da sizinle aynıdır. Siz'dir.
Siz olmaya ek olarak, kocaman bir dünya yaratmıştır ikiniz için. Aynı zamanda çalışıyordur, her şeyi tek başına başarıyor, ikiniz için elleriyle tek başına sapasağlam bir şekilde gelecek hazırlıyordur. O'na bakarken gözbebekleriniz büyür, gururdan.
Bir de bütün bunları başardığı yetmezmiş gibi -ki yetmez, O başarmalara doymaz adam- kalkar bu zamana kadar kanatlarının altında sakladığı ufaklığını kocaman bir patron yapar. Söz verdiği gibi. Hiçbir sözü yarım kalmadığı gibi.
Burdan sonra bana kalan daha bu işi kurmadan aylar, yıllar önce bana söylediği gibi "işin prestij kısmısın sen, görselliksin. böyle sadece oturup izlemek için.." tarafını gerçekleştirmek için çalışmak oldu. Tarif edilemez bir mutlulukla, keyifle çalışmak. Logo tasarlamak, slogan bulmak, görseller seçmek... Her gece sabahlara kadar çalışmak, kahramanım ertesi gün işe gideceği için uyurken çalışmaları mailine yağdırmak. Sabah uyurken O adamdan gelen gurur ve beğeni mailleri... Bu süreci herkesten sır gibi saklayışımız. Bundan deli gibi mutlu oluşumuz. Ardından O adamla el ele ürünlerimizi seçmeye gitmek. Çalışmalar, konuşmalar.. Katalog çekimimiz. Tüm hazırlıkları ince ince tamamlayıp, yayınlamaya saatler kala o halimiz..
Ortaya çıkardığımız şey bizim için "iş" kavramının çok dışında.
O bizim ilk bebeğimiz.
Ve onu yaratan O adam!

Bu yazının aslı, gerçeği esasında birazdan aşağıya paylaşacak olduğum şeklidir. Sanırım tarihimizde ikinci kez aramızda geçen bir konuşmayı paylaşıyorum bu mecralardan. Olsun. Bunu paylaşmalıyım çünkü ne yazarsam yazayım eksik, biliyorum. Tamamlayabilmek için yeni işimizi yayınladığımız günün gecesi, ben yine çalışmalar yapıp, uyumak için yatağa geçtiğimde, sevgili adam uyurken ona attığım maili birebir paylaşıyorum. En özeli.


Ve huzurunuzda bir kez daha teşekkür ediyorum. Hayatımı; hayatıMIZa ve ardından "develer tellal pireler berber iken" diye dilden dile anlatılacak masalıMIZa dönüştüren O adam'a.

Aşkla.

18 Haziran 2012 Pazartesi

O Adam'a.

Epeydir oturup uzun uzadıya yazamıyorum ve ben aslında kendimi böyle yaptığımda sevmem. Kağıda kaleme dokunmam gerek diye düşünürüm, sen de beni bu konuda azarla biraz, işe yarasın. Pc kapatıyordum tam, yatağa geçicektim. Sonra düşündüm, sevgiliye sürpriz yapmalı dedim nasıl? Böyle içimden geldi bu gece böyle olsun. Seni kelimelerim karşısında gözlerin yaşlı kalmanı özledim daha çok. Kulağımda da bir şarkı var yalnızca şu an ve bu yazı bitene kadar iki tane olucaklar. Bi nevi bizim tarihimiz gibiler aslında. Başlayışı ve devam edişini temsil ediyorlar sanırım. Sahi bak nasıl başlamış, nerde aslında o biraz muamma bana göre. Yani şimdi sen de benimle bi düşün tam olarak ne zaman diye sor kendine, yok değil mi? Bir sürü işaret var, bir sürü his var ayrı ayrı hissedip farkına vardığımız o zamanlarda mutlaka ama, çok net şu şu anda vurulduk diyemiyoruz ve ben bunu şiddetle seviyorum. Bakıyorum şu an o zamanlara, bir kaç anı geçiyor hemen gözümün önünden. Seni ilk kıskanışım mesela bende geri dönülmez bi etki yaratmıştı. Yaradılışım bakımından kıskançlığı barındırmadığım ben'de hayret uyandırdın, kızgınlık aynı zamanda kendime, neyi niye neden kıskanıyosun be kadın diye misal, sonra alttan alta sinsi bi mutluluk tabi, biraz gurur, "benim o" tarzında.. Sonra başka bi mevzu, bi sürekli "şu an bunu giyiyorum ya, O görünce gözleri şöyle parlayacak" düşüncesi, şımarıklık beraberinde. Ve hep iki kişilik planlar, iki kişilik kocaman bi hayat düşüncesi. Bu hep vardı bak çok eminim. Yani hiçbi şey olmasındı bize, hep biz ikimiz olsunduk, başka kimse dokunmasın yanından bile geçmesindi ikimizin, tatile de birlikte çıksaydık, dünyayı da birlikte dolaşsaydık, birlikte de uyusaydık, filmleri birlikte izleseydik sen sıkılıp beni izleseydin ben kızsaydım anlamıyosun sanattan deseydim, sen gülseydin ama naifliğinden söyleyemeseydin anladığın en büyük sanatın karşısında olduğunu, ben hep şımarsaydım, sen koruyup kollasaydın, içseydik hep, hiç bilmediğimiz içkileri tatsaydık durmadan, evimiz de olsaydı evet, köpeğimiz de, sen getirseydin onu bana sürpriz yapıp hiç beklemediğim anda, ben delirip boynuna atlasaydım, o anın heyecanı geçince sarıldığımızı farkedip utanarak kalsaydık karşılıklı, çay demleseydin bana, ben sana nudıl yapsaydım, evde çupsitik kullanmayı öğretseydim sana, başkalarına söylerim diye dalga geçseydim, ama o başkaları hiç olmasındı, yoktu ki zaten, bisiklete binmeyi öğretseydin bana, ben yere uzanıp şarkılar söyleseydim sen izleseydin hep, Bodrum'da Del-Mar'da uyuyakalsaydık üşüseydik sabaha karşı, sen beni uzun uzun izleyip usulca uyandırıp odamıza götürseydin, binbeşyüzon gece olduğu gibi o gece de koyun koyuna uyusaydık, kimse soramasındı siz nesiniz diye, kime neydi, onlar yoktu, sussundular, hep ben alakasız şeyler anlatırken bana bakıp gözlerin dolsundu, bende anlattığım şeyden vazgeçip yüzünü sevseydim, avcumu öpseydin sonra, sonra.. Sonra böyleydi hep işte benim dünyam. Başka hiçbi şey yoktu inan. Hiçbi şeyim olmadan, her şeyim olsan yeterdi. Hayal bile edemedim ki ben bu benim için son noktaydı ötesi yoktu, ama bak sen sevgili çocuk, sen masumum, neye inandın, karşıma geçtin beni de inandırdın da, bak bu kadar şey gerçek olurken, biz seninle nasıl da tapılası BİR olduk. Bu koca yazıyı, daha buraya yazamadıklarımı, koskoca dünyamızı ve "biz"i dünyanın geri kalanından ayırarak tek bir daire içine alıp, içinde bir de soyadımızı koyduk ve masal olduk. Sana ve biz'e hayranım.

- Bal BALCI -

5 Haziran 2012 Salı

Nişanlandık


 O kadar uzun zaman oldu ki yazamayalı, sanki ilk blogumu yazıyor gibiyim. Nerden başlayacağım, neler yazacağım hakkında hiçbir fikrim yok açıkcası. Bu durumlarda fotoğraflar en büyük yardımcım laf aramızda :)

Pek tabii, nişan sabahıyla başlıyorum. Bir önceki gece hava yağacak mı açacak mı diye düşünüp zor uyuduğumdan, sabah uyanmam da biraz zor oldu, olmadı değil. 25 Mayıs'ta yağmurlar, seller olunca ortalık çok korktuk tabi. Nişan mekanımız dış mekan, fotoğraf çekimlerimiz dış mekan, eyvah yağarsa ne yaparız paniğini yaşadık. Ama şanslıyız uyandığımız sabah ve tüm gece boyunca hava muhteşemdi. Velhasıl kelam, sabah efendi damat sevgilim, sayın şoförümüz Orço ve fotoğrafçımız Zero yola çoktan çıktıklarında, ben hala yatakta ayılmaya çalışıyordum itiraf edeyim. Ama mecbur kalktık tabi, gelinsiz nişan olamayacağı için. Daha yüzümü yıkarken kapı çalındı ve takım teker teker dökülmeye başladı. Kahvaltısız hiçbir güne başlamamışım, nişanlanacağım güne hiç başlayamazdım. Kahvaltı önemli. Yedik içtik, muhabbet makara ve evden kuaföre doğru çıkış hazırlıkları sırasında iki kare aktarıyorum; 








 "erkekler gülünçlü,
 kızlar gergin" :)







 Tabi beyler bizi kuaföre attıktan sonra, arabayı temizletmek, ufak tefek eksik detayları tamamlamak gibi görevleri başarıyla tamamlayıp PES oynamaya gittiler o ayrı. PES Çiftler Turnuvasını nişan sonuna taşıyarak içerisinde PES organizasyonu bulunan tek nişan olmayı da hedefledik ve hatta oyun konsolunu, kolları vs mekana da götürdük o gece bu arada ama, bir takım aksilikler oldu oynayamadık, düğüne saklıyoruz bu konsepti efem :)
Onlar oynayadursun, biz kuaförde saç makyaj derken saatler geçiverdi ve 4 saatin sonunda kuaförden çıkıp giyinmek üzere eve tekrar dönüş gerçekleştirdik. İçerisinde tarlatan bulunan giysileri tek başımıza giyemiyormuşuz kızlar, bunu öğrenmiş oldum. Zero tecrübeli tabi, benden önce Zeynep'i giydirdi. Diktirdiğim kıyafet komple tül olmasına rağmen o ağırlığı, o kabarıklığı taşımak da epey zormuş. Gelinliği taftadan falan hiç hayal edemiyorum artık mesela. Bu arada, bir daha asla kirpik taktırmayı da düşünmüyorum, kendime not olsun. Evet ne diyordum, kuaför bitti, evde giyinme aşaması bitti, vurduk kendimizi çimene, güneşe. Fotoğraf çekimi için Özgürlük Parkı'nı daha önce seçmiştik, balonlarımız da olacaktı fakat o hain baloncuya burdan selam ediyorum, erkekler kendisini aradı taradı bulamadı. Ama gerek de olmadı gerçi, fotoğraf çekimimiz bol makaralı, çok eğlenceli geçti. Bunlar da kimsede olmayan komikli çekimimiz belgeleri;
 Biz bizeydik onun getirisi çok bir kere. Zaten klasik çizgilerden çok uzak iki insanız, kapanıp bir stüdyoya romans pozlar veremezdik. Tüm çekimlerimiz sanıyorum 2 saat kadar sürdü ve ortaya çıkan sonuçlar herkesten aldığımız tepkilere göre de harikulade. Tüm fotoğrafları Facebook bağlantısıyla paylaşacağım buradan, hatta tarih bu tarih oldu ben hala devasa boyutta yaptırmak için poz seçemedim, hepsi çok çok güzel ama içlerinden bir kaç tanesini seçip biraz iç çektirmek isterim tabi :)















Yine seçemeyip baya bir doldurdum burayı fotoğraflarla ama, nişanın tüm fotoğraflarına şu bağlantıdan ulaşabiliyorsunuz ;
 Nişanımız :)

Fotoğraf çekimimiz de tamamlandıktan sonra, akşamın başlamasına kalan bir kaç saatlik zamanda da mekana gidildi, masa düzenlemeleri kontrol edildi, bistro masaları ve oturma düzeni arasındaki denge sağlandı, üst katta bekleyeceğimiz yere kıyafetler, yedek ayakkabılar, makyaj malzemeleri çıkarıldı ve en sonunda artık oturulup yorgunluk yemekleri afiyetle yendi. Bu sırada sevgiliye gelen bir evrak olduğu söylendi, teslim alıp açtık ki ne görelim? İlk tebriğimiz telgrafla mekana yollanmış :) Bu nezaket karşısında inanılmaz mutlu olduk tabi. Bircan amca ve İnci teyzeye kocaman teşekkürlerimizle birlikte telgrafımızı yayınlıyorum, çerçeveletip evimize asacağız bunu :)
 Tebrik telgrafının ardından ilk konuklar gelmeye başlayınca kimselere gözükmeden bizde üst kattaki yerimizi aldık ve beklemeye başladık. İtiraf etmeliyim ilk sancıyı o zaman hissettim. Midemde bulantı, sürekli bir kıpırdanma hali. Odaya gelen giden oluyor, son hazırlıklar aşağıda sürüyor. İlk Didi'miz geldi yukarı, ve tepkisi tabi ki "manyak olmuşsun" oldu. Sanırım bu kadar sıradışılığı benden bile beklemedi kimse.
 Ardından sevgilimin kurduğu şahane ekip geldi. Kuzen Talha ve Onurhan. Bana sorular soruyorlar, şu nasıl olsun, şu sırada nasıl anons edelim vs. diye ama ben uçmuşum tabi sağlıklı cevaplar veremiyordum o an :) Kamera çekimleri, müzik ve ses sistemi onlardan sorulacak gece boyunca. Kemik ekip yani. Zaten sağolsunlar, onlar olmasaydı sudan çıkmış balık misali kalmıştık. Ardından kuzenler de tek tek dökülürken, tabi ki beklediğim kişi geldi. Can kuzenimiz Zuhal'imiz. Biliyordum gördüğü an ikimizde ağlayacaktık ve öyle de oldu. Kapıdan girer girmez döküldü gözyaşlarımız, ne çabuk büyüdük de birbirimizin ailelerini kurar olduk, şu hale bak durumları.. Hemen toparlanıverdik, malum makyajlar mühim akmamalı. Sevgili de muzipliğiyle araya girince hemen şebekleştik tam da şurdaki gibi;
 Bu duygusal anlara ek olarak bir de sevgilimin arkadaşlarının Balıkesir'den yolladıkları tebrik çiçeğimiz var misler gibi. Teşekkür eder bakınızı ekleriz;
 Biz yukarda böyle heyecanlanırken, aşağısı tamamen hazır hale geldi. Misafirler toplandı, hatta yukarı talimatlar bile gönderildi, "hadi çıksınlar artık" diyerekten. Naz yaptık tabi ama, nereye kadar? Zuhal ve Zero hemen koskoca kıyafetimin altına girip ayakkabılarımı giydirdiler bana :) Ordan sonrasını da çok net hatırlamıyorum zaten. Sevgili de hatırlamıyormuş.
 Titreye titreye indik o merdivenlerden, The Verve - Bitter Sweet Symphony eşliğinde. Alkışlar, flaşlar, bir sürü insan ama yüzleri seçemiyorsunuz asla, önünüze yıllardır görmediğiniz arkadaşınız gelse o an farkedemezsiniz, böyle bir ruh haliymiş yani bu. Kimleri göremediysem burdan özür diliyorum :) O kadar şaşkın bir hal alıyorsunuz ki o dakikalarda, nasıl indik bu merdivenleri, nasıl yürüdük, ortaya nasıl geldik hiç bilemiyorum. Hatta herkes bizim kadar şaşkındı bana sorarsanız. Yüzüklerin kesilmesine varana kadar epey bir bekledik tüm gözler üzerimizde, etrafımızda bizim ekip sürekli göz temasındayız, müziktir, kim kesecek yüzüğüdür, nişan yastığıdır.. Kim geldi, kim gitti diyene kadar eniştem bir şekilde sahneye gelmiş, konuşmaya da başlamış ki biz yüzükler takılana kadar ancak farkına vardık. Hatta eniştem de heyecandan yüzüğü yanlış parmağıma takacak gibi oldu, ben diğer parmağımı uzatınca hallettik :) Bu arada dikkatli gözlerden kaçmamıştır, söz yüzüklerimizin kurdelası kırık beyazdı. Nişanda ne renk olsun diye çok düşündüm ve sonuçta bu karede de görünen yeşil kurdelaya karar vedim. Ve dipnot; eldivenim, tarzı ve tek olması zevkli sevgilimin seçimi.
Yüzükler takılınca sözdeki aynı olayı yaşadık, eniştem de kurdelayı kesmeyi unuttu. Kimse bizi kurdelada bile olsa ayırmak istemiyor, bunu anladık :) Yüzüklerin ardından dansımızı ettik ama ne ediş. Bu kadar rahat olabileceğimizi düşünmemiştim ben mesela, mutlaka heyecanlanır, takılır, titreriz bir şey olur diye tahmin ediyordum ama baya baya bol kahkahalı bir danstı. Sevgilinin gülümseyişleri arasında, "senkronu kaçırdım mı?" diye soruşunu asla unutmayacağım mesela :) Yalnız şarkı uzun geldi bize. İlk dansı yapacak olanlar şarkıyı ya kısa seçsin, ya da sonlarından kırpsın, tavsiye..
Gülben Ergen-Masal Olalım parçasıyla ilk dansımızı bitirdik ve ardından takı törenine geçildi. İşte tüm davetlileri tek tek ve net görebildiğiniz ilk yer orasıymış. Herkesin tebriklerini kabul ederken anlıyorsunuz kimler gelmiş diye. Üniversitedeki ev arkadaşım Eco'nun gelmiş olduğunu o sırada farkettim ben mesela. En uzun süren merasim de bu. Hem takılar, hem fotoğraflar..
 Ben sabırsızlanıyorum tabi bir an önce bitse de kendimi piste atsam diye. Oynamak kanımızda var Arnavut olarak, durduramıyoruz :) Dans parçası için de bir not ve tavsiye, mutlaka düşündüğünüz başka parça var kafanızda biliyorum ama hiç düşünmediğiniz bir şey oluyor çünkü, ritm dansa uymayabiliyor, davetlilerin anlayamayacağından endişe edebiliyorsunuz. Bizim için böyle oldu yani, bambaşka bir İngilizce parçaydı aklımızdaki ama o telaşla kimsenin sizin kadar özel hissetmeyeceğini ve parçanın güme gideceğini anlıyorsunuz. Biz o özel parçayı da düğüne erteledik, o da olmazsa evimizde dans ederiz, yine de o parçayı harcatmayız yani :)
Bu aşamadan sonrası tamamen oyna-oyna-oyna üzerine olduğu için fotoğraf paylaşmıyorum. Bizim için nişan-düğün bunu ifade ediyor çünkü. Bu arada da sesle ilgili ufak bir sorun yaşadık, kimlerin nazarı değdiyse artık, ama sevgilimin profesyonel ekibi sağolsun hemen müdahale edip sorunu giderdiler. Çok seviyoruz sizi Talha ve Onurhan :)
Ses sorunumuz giderildikten sonra her ne kadar kendimizi oynamaya vermiş olsak da, organizasyonun devamı için sıra pasta kesmeye geldi. Tabi ki her detay gibi, üzerinde çok düşündüğümüz şirin pastamızı da şarkılar ve alkışlar eşliğinde mutlu mesut kestik.
  Gece boyunca takı kurdelasıyla mı dolaşsaydım ne yapsaydım bilemedim? Takı töreni bitmiş olmasına rağmen fotoğrafta da görüldüğü gibi üzerime takı takmaktan çekinmedi davetlilerimiz :)
Pasta kesildikten sonra da ekler pastalarımız ve ellerimle hazırladığım nişan anılarımız dağıtıldı. Burada da bir ekleme yapacağım, benim kadar özenip ellerinizle tek tek hazırlamayın bence. Ya da kesin çözüm olarak nişan-nikah anısının içine badem, şeker gibi yenecek özellikte şeyler koymayın. Herkes gibi olup lavanta falan koyun ki açılmasın. Çünkü sizi sizin kadar önemseyen davetliler büyük çoğunluğu oluştursa da, o kadar da önemsemeyenler tarafından binbir özenle hazırladığınız o kibar anılarınız salonları süslemek yerine, parçalanıp içindeki bademler uğruna heba edilebiliyor. Nasıl kıydınız bunlara demek istiyorum burdan ilgililere;
 Pasta ve nişan anıları da dağıtıldıktan sonra artık saatler de epey ilerlediğinden, sıra en önemli sürprize geldi. Arnavut olduğumuzdan ve geleneklerimize bağlılığı da sürdürdüğümüzden dolayı; tüm kınalarda, düğünlerde, sünnetlerde Makedonya'nın o şaşaalı gösterişli şalvarlarını tüm kızlar giyeriz. Bilen bilir, şalvarlarımızın hepsi el işlemesi ve bir tanesinin kumaşı yaklaşık 12 metre civarındadır. Bugüne dek bekâr kızlar olarak her organizasyonda yakınlarımızın kendilerine diktirdiği şalvarları giymiştik, fakat gelin olmanın farkı burda ortaya çıkıyor; geleneğimize göre evlenmek üzere olan kızlara nişanlıları hediye olarak diktirir bu şalvarlardan. Yeni gelin şalvarı çok önemlidir. Üzerindeki işler, kumaşı ve aksesuarları her iki ailenin soyadına yakışır olmalıdır. Yeni gelin bu şalvarı dilerse kına gecesinde, kına gecesi yapmayacaksa nişanında ilk kez giyer ve süzüle süzüle Payduşka oynar, Damat oynar :) Daha sonra da her kına, düğün vs'de giyer. Bir nevi ikinci nişanlıktır bizim için ve onun kadar önemlidir. Sevgili sevgilim de tam bir Arnavut olduğundan, taa Makedonya'dan özel işli şalvar getirtti bana halam aracılığıyla :) Alt kısmı İstanbul'da dikilip bedenime uygun hale getirildi ve ortaya o gece herkese parmak ısırtan bu gösterişli şalvar çıktı;
 Bizde gelin olmak şahane anlayacağınız. Bu gösteriş, bu süs püs, bu şaşaa başka hangi millette var bilmiyorum. Konu Arnavut olmak olunca, akan sular duruyor. Sevgilim de o kadar benimsedi ki artık, nerelisin diye soranlara; "Arnavutum, Üsküp-Kaçanik'ten. Dogani'leri bilir misin?" diyor :)
Ne çok övdüm soyumuzu di mi? Tevazu göstermediğimiz tek konudur herhalde. Daha melek kuzen Zuhal'imin kınası ve düğünü var, bitmedi yani :)
Neyse efendim, şalvarlı çıkışımızı yaptık, bendeniz yeni gelin olarak süzüle süzüle Payduşka ve Damat oynadım ve sonrasında Ekrem ve Gültekin'le coşarken, bu sırada müziklerle yakından ilgilenen ve hiçbir şeyin aksamamasını sağlayan sevgilimi gördüm bir an. (Kendisi de ilk kez okuyacak bunu mesela.) Baktım, müziğin idare edildiği camlı bölmeden beni, o halimi seyre dalmış. Yüzünde kocaman bir gülümseme, izliyor gelini. Gururla karışık.. O'nun eseri tabi baştan ayağa. Ama bendim esas gurur duyan O adamla. Çünkü ben, bu şalvar geleneğinin çok güzel ama çok fazla da masraflı olduğunu bilerek, "olmasa da olur" derken O'na, O bana "hayır, ben yaptıracağım bunu sevgilime" demişti. Bunu herkesle paylaşmaktan ve soyadını taşıyacak olmaktan deli gibi gurur duyuyorum.
Ve böyle böyle gecenin sonlarına yaklaşılırken, daha önce sevgiliyle çalışmış olduğumuz yine bir Arnavut geleneğine geldi sıra. Gelin ve damadın pistte başka kimse olmadan karşılıklı oynamasına.. Oynadığımız Arnavutça şarkıyı da, o anın kareleriyle birlikte burada paylaşmak isterim aslında. Hem dinleyin, hem bakın :)
Luy Luy Liriye

Hale bak, damat benden Arnavut resmen :) Ben ne kadar Balcı'ysam, O da bir o kadar Dogani desek yeridir. Loçkam :)
En sona hep gelenekleri sıraladım ama bitmiyor bitmiyor, ne yapayım? :) Bohçalarımız var bir de, o gece erkek tarafından geline ve kız tarafından damada hazırlanan ve orada sergilenen. Bakın şimdi farkettim ki, bohça alışverişimizle ilgili tek satır yazamamışım malesef. Hemen bir öneri daha, alışverişlerinize nişanlınızla yalnız gidin. Öyle binbeşyüzon kişi toplaşıp alışveriş yapmayın. Biz sevgiliyle ikimiz yaptık ve hem zamandan kazandık, hem de kimsenin fikrine ihtiyaç duymadan başbaşa her şeyi hallettik. Bir de öyle tüm sülaleye bohça yapmayın, yaptırmayın. İki taraf için de anlamsız masraflar. Yalnızca gelin ve damat olarak, gerçekten kullanacağınız şeyleri alıp, şık bir şekilde keselerle toparlayıp sunmak, bakınız böyle güzel sonuçlar doğuruyor;













Yukarıda gördüğünüz istiridye, onun bir ufağı ve diğer bir ipek bohça bendenizin oluyor. Hemen ardından efendi damadın bohçasını da şuradan görüntülüyoruz;




















Böylelikle, tüm davetlilerin özellikle mekana bayıldığı, ardından bize bayıldığı :) ve bizim için hayallerimizin ötesinde ki nişanın, davetiyemizde de belirttiğimiz gibi, pasta şekerleri olduk. Tü tü maşallah BİZ'e, bize bizim gözlerimizle bakan herkese. Yalnız bırakmayan, çıkıp gelen, gelemeyişi için ulaşıp özür bildiren herkese koskocaman teşekkürler. 
Baş kahramanları olduğumuz bu masalımsıda, düğünden önceki bu önemli aşamada tüm alkışları üzerimize almıyor ve yapımda emeği geçen herkesi isimleriyle burdan öperek videomuzla başbaşa bırakıyoruz :)


Doğan ve Balcı Aileleri,
Tüm dostlarımız,
Yapım ekibimiz olarak; Zerrin Çalış, Orçun Bekdik, Talha Çakır, Onurhan Kurt, Can Doğan

Ve tüm davetlilerimiz,


Siz olmasaydınız bu kadar alkış alamazdık, düğünde tekrar coşmak üzere..