26 Eylül 2013 Perşembe

Kına Gecesi

Aylar sonra bilgisayarıma yeniden dokunmak gerçekten iyi geldi.
Pek çoğunuzun farkettiği gibi, yine yeni işler peşindeyim. Hatta peşinde kısmını geçeli epey oldu; direkt içindeyim. Ufukta atölye gözüküyor bana gibi.. Bununla ilgili bir blog yazacağım umarım :)
Neyse gelelim hemen konuya. Kına gecemi tüm detaylarıyla anlatmak için sabırsızlanıyorum sevgili okuyucum.
Mekanı aylar önce blogta belirtmiştim; Nabizâde Konağı. Bana hep çayır çimen olsun zaten.
Kınadan bir kaç gün önce, sevgili Tüllü'cüm bize yerleşti :) Tüm hazırlıklara, evimdeki son günlerime şahit olmak için misafirimiz oldu. O günlerde dedikodular, koşturmacalar, kahkahalar ve evde her gün ufaklı minikli kaoslar tabi. Kına sabahı da normal saatlerde uyandık, güzel ve uzun bir kahvaltının ardından toparlanacak her şey alınarak öğleden sonra kuaförün yolunu tuttuk. Aklımda hiçbir model ve makyaj fikri olmadan gittim kuaföre. Malumunuz; Arnavut olduğumuzdan dolayı 5 kıyafet, şalvar ve bindallı giyeceğim. Her birine uygun saç ve makyaj nasıl olacak hiçbir fikrim yok tabi ki. Bu arada kıyafetleri de şuraya bırakayım, bir göz atın :)

Kırmızı elbise dolaba sığmadığı için asıp çekememişim, şimdi farkettim onu da :) En arkada ki pembe olan; düğün günü kuaför kostümüm bu arada. Kıyafetlere girmişken; kırmızı elbisem benim tasarımım ve el yapımı. Tüm taşları ve tül kuyruğu elde yapıldı. Çok emek verildi, içime sine sine, mutlulukla giydim. En önde ki sarı da benim el emeğim. Biz Arnavut olduğumuz için, bizde düğün dernek bitmez. Bu sebeple dolapta her zaman hiç giyilmemiş abiyeler vardır. Bu sarı elbise de benim dolabımda var olan şifon bir elbiseydi. Hatırlayanlar olacaktır, ben üzerine püsküller dikmiştim. Lame payetli, saten saks ve dantel beyaz elbiseler hazır alındı. Bunların ayakkabılarını da fotoğraflamam lazımmış aslında, o kargaşada onu atlamışım ne yazık ki. Burda sevgili Cumu'yu anmadan edemeyeceğim; çalıştıkları nerelere gitmiş hep birlikte görüyoruz (kahkahalar)
Evet, gelelim tekrar kuaföre. Biz gittik bir süre sonra Zero ve Berrin teyzem geldiler. Kuaförüm nişanımda gittiğim Memo's Kuaför'dü. Önce makyaj yapıldı tabi, ısrarlarım sonucu makyözü kendi istediği makyajı yapmaktan vazgeçirdim. Bu kez pek sade yaptırmadım makyajımı, kına gecesi dedik abarttık efem. Pek de iyi oldu, çok da iyi güzel oldu fekat. Saç konusunda da her daim gergin toplu saçtan köşe bucak kaçan ben, Zero'nun ısrarları ile ve "sen kına kızısın, topuz bi kere yapmış ol bak yakışcak" gazlarıyla onayı verdim. Çocuk çok uğraştı, hakkını yemeyeyim. Gece boyunca da, sonrasında da "ay topuz sana çok yakışmış" diyenler bol oldu ama ben alışkın olmadığımdan herhalde, hala fotoğraflara bakıp hata ettiğimi düşünüyorum. Neyse karar sizi okuyucu. Saç-baş işlerini de hallettik ve tekrar eve döndük. Son alınacaklar alındı ve kına mekanına doğru yola çıktık.
Yol dediysem; kilometreler gitmedik. İki adım ötede mekan :) Süslemeyi -sanırım- toz pembe seçmiştim. O geceye ait pek çok şeyi sonradan fotoğraflara, videolara bakarken hatırlıyorum. Güzel olmuştu. Yeşillikler içinde bembeyaz masalar, toz pembe detaylarla. Biz kuaförden epey geç çıktığımız için, ardımızdan davetliler gelmeye başladı. O dakikadan sonra da pek bir şey hatırlamıyorum açıkçası. Bir kaç kişiden sonra karşılama işiyle tamamen annem ilgilendi. Biz oynamaya geçiş yaptık. Bu sırada da, sevgili kuzenler henüz yolda. Zavallı insanlar haftaiçi Avrupa yakasından işlerinden çıkıp geldikleri için, ortalık biraz boştu. Şimdi ne yazacağımı çat diye anlayacak bir kaç kişi var :) O boşluğu tüm gece sürecek sanarak gayet "kına kızı" edasında kendini ortalara atan bir takım insanlar, benim sürüsüyle gelen kuzenleri görünce bir daha hiç görünmedi (kahkahalar) Bir de Arnavut havalarını duyup, mendili alıp başa geçip, bana da "sen bilir misin bunları?" demişliği var ki; bu konuya gülmekten giremeyeceğim sanırım.
Bu arada hafiften bir yağmur yağacak gibi oldu, vazgeçti. Yürekler hopladı bir falan. Oynamaya devam ederken 5 elbise, 1 şalvar, 1 bindallıyı geceye sığdırmak zorunda olan sevgili halacım Gülten'cim bana karşıdan kaş göz yapmaya başladı tabi. Ben bir yarım saat daha kaçtım, kırmızı elbiseye bayıldığım için, ama sonra yakalandım. Bu da iki arada bir derede "iyi ki" unutulmamış da çekilmiş dediğim kare;

Bu arada, zayıflığım dikkatlerden kaçmasın. Düğünden önce ki koşturma döneminde tam olarak 5 kg vermiştim. Burada 43 kiloydum. Bazı fotoğraflara bu yüzden özellikle hiç sevmeyerek bakıyorum. Bir de saçlar toplu, iyice yabancılaşmışım kendime :) Şu an ideal kiloma döndüm bu arada.
Ardından oynamalar, oynamalar sonu gelmeyen oynamalar. Oyna-kıyafet değiştir-oyna-oynarken dedikodu yap-sürekli gül-kıyafet değiştir-oyna... Bu arada herkes düşme, bilek burkulması vs tehlikeler atlattı. Çünkü sahnede ki yapay çimin altı düzleştirilmemiş, orada farkettik. Acil el atılmalı. Evet ne diyordum, ben ikinci elbiseyi giymeden hemen önce tüm kuzenler teşrif etti. Ben ikinci olarak beyaz elbiseyi giymişim, sizlerle birlikte yeniden farkediyorum :) Bu elbiseyi de çok beğenerek almıştım, cesaret edene gelinlik bile olur. Bu da beyaz elbiseden bir detay;
Söylediğim gibi, tüm gece oyna-elbise değiştir ile geçti. Zaten insan kendi organizasyonunda zerre bir şey hatırlamıyor. Bu şekilde hiç. Ama seviyor muyuz? Bayılıyoruz. Zira, adetlerimizi bilmeyenler hayranlıkla izledi sürekli elbise değiştirmemizi. Bu arada can kuzenim Zuzu'da yeni gelin olduğu için, birlikte değiştirip geldikçe insanlar sürekli hayretlere gark oldu :) Müzikler tabi ki gece boyunca Rumeli ezgilerindendi. Başka türlüsü imkansız zaten. Yanlış hatırlamıyorsam bu sıralarda gelen Ecotti keyfimi tavan yaptırdı. Onu ve Selen'i sürekli oynamaya kaldırışlarım, Zuzu, Zero, Begüm, Funda ve o sahnede dönen dedikodular.. Tekrar yaşamak isteyeceğim taraflarından biriydi. Demişken şu fotoğraf şurada dursun; herkesin gözler kedi.

Beyaz elbiseden sonra ne giydim, hatırlamıyorum; yazıyordum ki yukarda ki fotoğrafa bakıp gördüm. Saks elbiseye geçmişim. Zuzu'da siyahtan beyaza geçmiş. Bu aşamalarda her düğün dernekte ben ve Zuzu'yla saatlerce uğraşan halamız Gültenimize öpücük gönderelim buradan. Bitanedir ooo. Yalnız bir şey farkettim; o kadar insanın düğününü falan çektim de, kendi organizasyonlarımda bööööyle telefon pozlarına kaldım.
Alkış. Ek olarak boynumda iki fotoğraftır var olan inci kolye, canım Gülten yengemin hediyesi. Belirtmeden geçemeyeceğim; ilk incim ve benim için çok anlamlı. Teşekkür ediyorum sonsuz.
Bu sıralarda hiç olay olmamış sanırım ya. Hatırladıklarım; sahnede çok ağır dedikodu döndüğü, Ecotti'nin ağır bir bakan adayı olarak zorla oynatıldığı, Selen'in durmadan "oynayabiliyom mu lan?!" soruları. Bunlar dışında masalarda neler oldu, ellerimle hazırladığım o hediyeler ne zaman nasıl dağıtıldı, tepkiler ne oldu hiç bilmiyorum. Bu hediye işiyle de ilgili oturup doğru düzgün bir fotoğraf çekemedim, içime bu şekilde paylaşmak sinmiyor ama şimdilik bu kıytırık fotoğrafla idare edin. Ben ilk fırsatta en güzel haliyle çekeceğim, annemin sakladığı bir adet hatırayı.

Oje tamamen benim el yapımım. Kırmızı tül keseye çerezler koyuldu. Lame nazar boncuklu kesede kına var; her kutuda farklı bir renk vardı, hazır aldım. Lame karton torbayı da hazır aldım, üzerinde ki detay benim kına davetiyemin görseli. Onları da ben hazırlayıp kutulara yapıştırdım. Böylece her davetliye bir karton torba içerisinde hediye edildi bu ciciler. Ben bayılarak hazırladım, çok da beğenildi. Fikir olabilir :)
Dönelim geceye; saks elbiseden sonra da sarı elbiseyi giymişim. Fotoğraflar öyle diyor. Yalnız lame payetli elbiseyi ne ara giymişim, hiç belli değil (burda gülmekten öldüm) Zeynep ablamla olan şu poz dışında tek kare fotoğrafım yok o elbiseyle, harika!

Hemen ardından sarı elbiseden de detay verelim ve artık şalvara geçelim bence!

Ben henüz şalvar giymeden tanımadığım bir sürü insan kınayı terketti. İnsanlar defile mi izlicez dediler herhalde (kahkahalar) Neyse o gidenler de zaten işin en önemli kısmını kaçıranlar oldular. Biz yine doya doya oynadık, yine şanımıza yakışır bir kına yaptık. Şalvar olayımızı da zaten biliyorsunuz, nişan blogunda bol bol, uzun uzun anlatmıştım. Tekrar yazıp, sıkmayayım. Ben zaten genel olarak "ay şöyle eğlendik" blogu yazmıyorum. Bunlar öncelikle benim anılar çekmecem, sonrasında da gören, okuyan tüm gelin adaylarına iyi-kötü fikirler.
Biz epey kalabalık bir grup olarak şalvar giyinmeye gidince, aşağıda neler oldu bilemiyorum. Kimler oynadı, sahne boş kalmamıştır onu kesin biliyorum da, en başta Zümrüt sultan var ailenin assolisti olarak. Ablamın da her defasında "ben de şalvar giyicem" şeklinde halama yakarmalarına üzülmüyor değilim (kahkaha)
Giyinmemiz uzun sürdü pek tabi, o kadar kız. Gültencim tek başına ne yapsın? Ordan biri "hala ayağımı sokamadım", öbür taraftan diğeri "hala uçkuru bağlayamadım".. Şalvarlar 8'er metre, giyip çıkarması asırlar sürüyor. Ama değmez mi şu görüntüye?

Çok seviyorum bu şaşaayı, kim ne derse desin. Ardımda bırakacaklarım miras geliyor bana. Şalvar seramonimiz de böyle sona erdikten sonra, sıra geldi artık beni ağlatmaya. Her zaman geyiği yapılırdı, ağlanır mı acaba, aman ne ağlansın ki, yok yok ağlanır falan. Klasik muhabbetler. Gittim bindallıyı giydim -ki hiç sevmediğim bir şey varsa o da bindallıdır- ordan sonrası zaten hiçbir şey hatırlamayan bende tamamen silik. Çıkana kadar yine aynı şekildeydim, gülmeler şakalar. Hatta konağın merdivenlerinde babamla fotoğraf falan çekildik, hiç ağlamadım. İyiyim iyi falan diyorum kendi kendime. Ne zaman kızların arasından geçtim;

  Ne zaman ortaya oturtuldum;

Ne zaman ağlamaya başladım, hatırlamıyorum. Etrafıma kim geldi, kim gitti, kimler ağladı benimle birlikte ancak fotoğraflara bakınca görebiliyorum. Ne ailemden ayrıldım, ne uzağa gittim, ne istemediğim bir evlilik yaptım ama ne olursa olsun orada, o an bir şey dokunuyormuş. Çok ağladım, hıçkıra hıçkıra hemde. Ne ara annem yanımda geldi onu da bilmiyorum. Sarılınca daha çok ağladım. Sonra güldürme çabaları, gelin elini açmıyor meseleleri falan. Hiç birinde kesilmedi ağlamam. Çok suratsızdım. Sarılma fotoğrafları çok güzel olmuş, kardeşim Can çekti gecenin tüm fotoğraflarını. Onları yazıyla bölmeden paylaşacağım, daha sonra geceden ufak notlarla yazımı sonlandıracağım. İlk fotoğraf canımın içi annem..


Herkes yeteri kadar hüzünlendiyse gecenin bombasını açıklıyorum. Bu karelerin hemen bir kaç saniye sonrasında, benim yoğun ağlamalarımı mı farketti bilmiyorum ama Cumu gelip bir anda beni kucakladığı gibi kapıya koşmaya başladı. Herkes çığlıklar, alkışlar. Kapıda da babam var, karşılaşınca gülmekle gülmemek arasında yere bıraktı beni, bir bunu unutamıyorum hala gülüyorum. Ancak böyle susabildim işte. Ellerime kına da yakılmadı bu arada, not düşeyim. Ben de sevmiyorum, ama Cumu nefret ediyor. Mümkün değildi yani öyle bir şey, iyi de oldu bana bahane oldu :) Numaradan kına gecesi yaptık, o kadar ağladık yani (kahkaha)
Böyle bir geceydi. Ne eksik, ne fazla. Güzeldi diyemiyorum, hatırladığım çok fazla şey yok. Olup bitti anlamadım ya da. Ama ertesi gün arayan, çok güzel oldu diyen dostlara kocaman teşekkürler. Ve müsadenizle özel teşekkürlerimi de buraya not almak istiyorum. Benim için, bana aylar önce verdiği söz için kalkıp Bursa'dan gelen nedimem Selen'ime, bir sürü seyahati arasında bile uğramadan gönlümü yapmadan geçmeyen Ecotti'ye, zor şartlar altında da olsa beni günler öncesinden yalnız bırakmayan Tüllü'me ve tabi ki bana eksiksiz bir kına gecesi yaşatan anneciğim ve babacığıma binlerce kez teşekkür ediyorum.
Bir de her zaman ki gibi Cumu'ya. 
Minnetle.

4 Ağustos 2013 Pazar

Gelinlik Maceradır!

Biliyorum, biliyorum uzuuuun zamandır yazamıyorum. Herkesten mesaj yağdı.. Nerde kına gecesi, nerde düğün günü blogları diye.. Beni mutlu ediyorsunuz :)
Buna ek olarak pek tabi balayı blogu da yolda, müjdesini vereyim şimdiden. Ama ben bunların da öncesinde; hep yazmak isteyip de ketumluğumdan prova görüntülerini paylaşamayacağım diye düğün sonrasına ertelediğim "gelinlik" blogumu sizlerle paylaşmak istiyorum. Hem uzun zaman sonra bir merhaba olsun, hem gelin adaylarına dikim süreçlerinde bir parça yardımcı olsun, hem de bu blog ismine yakışır bir şekilde gerçekten eksiksiz bir "Anılar Çekmecesi" olsun diye.
Daha önce de yazdığım gibi gelinliğimi Gelinlik 21 hazırladı. Hızla büyüyen ve gerçekten başarılı bir ekipleri var. Görüştüğüm diğer yerlerin tersine -ki içlerinde çok tanınmış moda evleri de vardı- gözüm kapalı, içim çok rahat anlaştım. Fakat seçtiğim model çok zor, çok farklıydı. Daha önce çalışılmamış bir modeldi ve o tecrübeye rağmen kendilerini bile zorlayacağını baştan söylediler. Nitekim siparişimi Ocak 2013'te verdim ve gelinliğimi düğünden 10 gün önce Haziran 2013'te teslim aldım :)
İlk prova astardı tabi, ki biz ona bile baya kalabalık bir ekiple gittik. Ardından ikinci prova tarihim geldi ve gitmek üzere annemle yola çıktığımızda Zero beni aradı. Benden önce oraya vardığını, gelinliğin eteğinin bugüne yetişmediğini provanın erteleneceğini söyledi. Ben tabi inanmamaklarda, gülüyorum bolca. O sıra telefonumda bir sorun vardı, epey de uzun sürdü çözümü. Beni provayı ertelemek için çok aramışlar tabi ama, nafile. Zero telefonu stiliste verince haklı yakarışlarını anladım. "İnci gelinliğin çok zor, 3 kişi çalışıyorlar ama bugüne yetişmemiş, haftaya yapıcaz provanı" dedi. Yoldan döndük tabi, olsun sonuç iyi olsun da dedik.
Ertesi hafta prova günümden bir gün önce tekrar aradılar. "Gelinlik çok zor, özel bir model olduğu için 2 tasarımcı mutlaka provana katılmak, üzerinde görmek istiyor. Sorun olur mu?" diye. Sorun ne demek, koltuklarım kabardı tabi. Geldi prova günü. Bir heyecan koşa koşa gittik annemle. Şu an hatırlamıyorum ama Zerrin'in bir işi vardı gelemedi. Gelinliğin de bitmeden önce son provası, yani ufak detaylar hariç tamamlanmış olacak o gün. Bir sonra ki prova teslimat. Randevulaştığımız saatte ordaydık. Öğle yemeğine denk gelmişiz biraz bekledik, bu sırada terzim Büşra'yla ilk kez tanıştım. Esas emekçisi bu işin yani. Görmen lazım muhteşem oldu vs diyor, iyice tansiyonum çıkmış.. Fakat mankene giydirdik, çünkü eteklerinde hala grenleri iğneli, üstüne giyemezsin dedi. Olsun yeter ki göreyim de diyorum. Yukardan haber geldi hazır diye, bir heyecan çıktık hep beraber. Bu sırada çalışan herkes prova odasında bizimle birlikte. Üzerinde o kadar çalışılmış ki, herkes gelinin o gelinliği ilk gördüğü anı merak ediyor. Son basamağı da atladım, kapıya geldim, Büşra "ta taaam" diye elleriyle işaret etti, mankeni şöyle bir gördüm.. Sanırım o an zaman durdu. Ciddi manada şok geçirdiğimi düşünüyorum. Tepki veremedim en başta çünkü. Gülümsemiş bile olabilirim. Ama baktığım şey kesinlikle benim gelinliğim değildi!
İlk başta pek fazla bir şey söyleyemedim sanırım, çok da hatırlamıyorum. Annem de şok olmuştu. Mankenin etrafında dolaşıyoruz, bakıyoruz. İnsanlar bize bakıyor bir tepki bekliyorlar. Ben en sonunda "bu kesinlikle benim gelinliğim değil" dedim. Odaya bomba düştü. Buz gibi bir sessizlik. Onlardan da ilk kim konuştu, ne dedi falan hiç hatırlamıyorum. Aklımdan sadece "ağlama sakın ağlama" diyorum. Olay özetle şuydu; model baştan ayağa eksiksiz şekilde benim gelinliğim, istediğimden ve internette bulup kendilerine teslim ettiğim görüntüsünden daha da iyisi hatta. Baştan ayağa tamamlanmış durumda. Mor renkli kuşağına kadar tam. Sadece eteğinin en alt kısmı makinaya girmemiş, elde teğellenmiş iğneli duruyor. Sonuca gelinmiş. Ama kumaş yanlış!
İlk gördüğümden beri hayranı olduğum o kumaşla tamamen zıt bir şekilde hazırlanmış. Orjinal Amerikan Mat Saten yerine, komple saydam tül ve pasparlak bir gelinlik bana bakıyor. Herkes benimle birlikte şoka girdi. Kimseyi suçlayamıyorum da. Konu anlaşılana kadar epey bir zaman geçti. Bana su getirildi, insanlar da benim üzülmemle birlikte perişan oldular, annem de çaresiz beni iknaya çalışıyor "bu da kötü değil aslında, sen şok oldun tabi de bir daha baksan" falan diye. İmkansızdı. Yanlışlık kumaşı getiren kişiyle, atölye arasında olmuş. Bir kaç telefonla anlaşıldı. Dalgınlık olabilir, yanlış okunmuş olabilir vs. Suçlayacak kimse yok. Herkes üzgün, mahcup. Ortada tamamlanmış bir gelinlik, ayların emeği var sonuçta. Bu sırada Mayıs ayındayız, belirteyim. Düğüne bir aydan kısa bir süre kalmış. Bu kadar zor bir gelinliğin sıfırdan yapılması ihtimali bile aklımdan geçmiyor tabi. Ben o sırada yalnızca "bir ayda dikilecek nasıl bir model bulabilirim?" diye düşünüyorum. Hayalimden falan vazgeçmişim yani. İyi ki Gelinlik 21'le çalışmışım diyorum bu noktada işte. O kadar yardımcı, o kadar yapıcı bir ekip ki. Zaten şu an Büşracım ve Ayşe başta olmak üzere hepsi arkadaşım, görüştüğüm insanlar haline geldiler. Yaşadığımız acı bizi birbirimize bağladı diyebilirim :) Gelinlik yapılana kadar orda zaten epey tanınmıştım, bu olayla hepten meşhur oldum. Her provam Kadıköy ekibinin hepsinin katılımıyla gerçekleşti. Tabi bugünün ardından seferberlik ilan edildi. "Tamam vazgeçtim bundan başka bir model seçicem, sizin modellerden bakalım vs" cümlelerim dinlenmedi bile. Her zaman "biz seni burdan hayalinle çıkarıcaz" dediler. İyi ki de beni cesaretlendirmişler.
Bu acı tecrübeden sonra ki ilk provamdan bir görüntüyle devam etmek istiyorum. Yanlış kumaşla dikilmiş halini o şokla tabi ki çekmemişim.
Bu halini görmem bile yetti. İçim hiç olmadığı kadar rahatladı. Astarın biraz ilerlemiş hali bu. Üstüm falan tamamen yarım. Etek uçlarında grenler yok. Ama diyorum ya; o halini gördükten sonra bunu görünce Büşra'ya güvenmekle hata etmediğimi anlamıştım. Tabi bu aşamadan sonra eteğe iki kat daha eklendi. Bu arada kumaş da çok ağır. O sırada toplamda kaç kilo olacağını bilmiyorduk gelinliğin, ama yazının sonunda belirteceğim. Tepkileri merak ediyorum :)
Bu provadan sonra çok geçmeden bir sonra ki için gittim. Zaten zaman da kalmamıştı, ama rahattım. Tedirginlik yerine güle oynaya provalar yapıyorduk, yine ekipçe tabi 10 kişi falan :) Gelinlik 21 Kadıköy'ün gediklisi oldum tam anlamıyla. Gidip sorun şu an tanımayan çıkacağını sanmıyorum. Sadece İnci demeniz yeterli; herkes kaçışıcaktır (kahkaha efekt)
Ne diyordum; diğer prova teslimattan bir önce ki. Ben susuyorum görüntüler konuşsun. Bu emeğin adı gelinlik değil, bence resmen sanat.

 Bu aşamada kollarım henüz belli bile değildi. Deneme-yanılma yaparak, yine benim ilk başta ki seçimimi doğru bulduk ve iki kola da düşük olarak tüyler eklendi. Aklıma ilk ne koymuşsam mutlaka dönüp dolaşıp onu seçiyorum, hep. Kuşağın arkasına da tabi ki kocaman bir fiyonk. Duvak için de aynı şekilde deneme-yanılma yoluna gittik. Ben önce iki duvak kullanmayı düşündüm. Biri uzun, diğeri kısa olarak. Rahibe duvak olacağı kesindi. Ama uzun duvağın bu gelinlik için doğru seçim olmadığına karar verdik. Tek duvak ve kısa olarak onu da okeyledik. Söylemeden geçemiyorum, hakikaten sanat eseri gibi bir çalışma yapmışlar. Her konusu geçtiğinde tekrarlıyorum, binlerce kez ellerine sağlık. Bu kadar zor bir modeli, bu kadar hakkıyla ve kaliteli yapmak herkesin harcı değil. Gerçekten insanın kızına bırakacağı bir miras bu, benim fikrimce. Düşüncem de hep buydu. Çünkü annemin gelinliğini her zaman çok beğenmiştim, ama annem düğününden bir süre sonra ihtiyacı olan bir geline hediye etmişti ve bu nedenle ona hep sitem ederdim. Evet iyi bir niyet ama ben samimi söylüyorum, eğer annemin gelinliği duruyor olsaydı kesinlikle onu giyerdim. Bu sebeple de kendi gelinliğim için kesinlikle satın alacağımı ve kesinlikle çok özel bir gelinlik olacağını baştan kafama koymuştum. Kızım olur olmaz bilemiyorum, ki çocuk konusuna çok uzak biriyim, ama ne olursa olsun ardımda böyle bir gelinlik bırakmak bu hayatta kesinlikle yapmam gereken bir şeydi.
Herkese hitap etmeyen, çok özel stil beğenileri olmayan insanlarca beğenilemeyecek hatta "işsiz, taşsız bu ne böyle?" diye garip karşılanacak bir gelinlik giydim. Ama hayalim, kendi tarzım, hayranı olduğum tasarımcının tasarımı benim kişisel mirasım oldu. Çok sade, çok ağır ve çok özel bir parça; bence.
Daha fazla uzatmayacağım, pek çoğunuz zaten düğünümde yanımdaydınız, olamayanlar fotoğrafları ve gelinliğin bitmiş halini gördüler. Ben bu anıyı da çekmeceye atmak için yine geceyi sabaha bağladım. Cumu yanımda sızmak üzere :) Sizi düğünden bir fotoğrafla uğurlarken altına da çok önemli "teknik" detayları not düşmeyi de görev bilirim.
Gelinliğin orijinal tasarımcısı, benim de her yaptığına deli gibi hayran olduğum Lübnanlı tasarımcı Zuhair Murad. Koleksiyon; Zuhair Murad for Rosa Clara.
Ve gelinliğin tam olarak ağırlığı; 8 kg.
Sevgiler :)

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Davetlisiniz !

Yine, yine, yine vakitsizlikten yakınmalarımla karşınızdayım. Bu kez çok uzun yazamayacağımdan; çekmeceye şu iki güzel "çerçeveletilecek" davetiyemizi bırakıp gideceğim.
Mecazen değil, gerçek manada her davetiyemizi (nişan-save the date-kına gecesi-nikah) tek bir odak noktası seçerek tasarladım. O da; çerçeveletilip saklanabilecek tarzda olmalarıydı. Amacıma da ulaştım. Her gören aynı tepkiyi verdi; "çerçeveyle evin bi köşesine koyulabilecek kadar güzel olmuşlar."
Mutlu ve gururluyum sevgili okuyucum :)
Her zaman olduğu gibi; gören duyan herkes davetlimizdir. Sevgiyle kalın.


24 Nisan 2013 Çarşamba

Save the Date !

O kadar yoğun, o kadar koşturmacalı günler geçiriyorum ki.. Bir yandan gelin ve damatlarımın düğünleri, detayları, çekimleri mükemmel olmalı, bir yandan bizim evimiz, eşyalarımız, boya-badana işleri, ufak tefek tadilatlar, gelinlik provası, damatlık alışverişi, çiçeği, ayakkabısı derken yine 1 aydır yazmamışım. Aslında yazılacak, paylaşılacak o kadar fazla şey varken..
Şu an bile bir yandan bir çiftimin fotoğraflarının üzerinde çalışıyorum, bir yandan kendi işlerimi yapmaya çalışıyorum, bir yandan da tarihe baktım ve dedim ki "artık aylar öncesinden ellerimle tasarladığım save the date'imizi yayınlamanın zamanıdır." Neredeyse gerçek davetiyelerimizi dağıtmaya başlayacağız, ben aylar önce hazırlayıp bir kenara koyduğum save the date'i vakit bulup yayınlayamamışım bile. Genelde save the date ve gerçek davetiye arasında 1 aya yakın bir süre oluyor ama beni affedin :) Türkçe'ye çevirecek olursak (bence) "öncü davetiye" diyebiliriz. Her detay gibi bunu da ben tasarlayıp hazırladım.
Gören-duyan herkesi bekliyoruz!

5 Mart 2013 Salı

Yüksek Yüksek Tepeler..

                                       12 Haziran 2013
Çok düşündüm aslında. Kına gecesi mi, yoksa bekarlığa veda mı diye. Hatta ilk başlarda gönlüm tamamen bekarlığa vedadan yanaydı. Araştırmalarımı hep bu yönde yaptım. Şöyle zenneli falan bol eğlenceli bir gece, annem, kuzenler ve kızlarla, 15-20 kişilik bomba bi yemek-eğlence süper olur diye düşündüm. Nedimelerim bile bunun için araştırmalar yaptılar.
Ama sonra fikirler yeni fikirlerin kapısını açtı. Daha önce deneyimleyenler çok söylediler. "Sonradan pişman olursun, yapmadığına üzülürsün" diye. Annemle şöyle sarıla sarıla bi ağlamak lazım, sevgilim o kadar şalvar getirtti Makedonya'dan tekrar giymek lazım, bütün kuzenlerin de kendi şalvarlarını giyip salınması lazım, bizde adettir 4-5 kıyafet değiştirmek lazım, o mumlar etrafımda kızlarla dönerken o içli şarkıda o karanlıkta herkesi ağlatmak lazım.. Bunlar da işin unutulmayacak tarafları. İcabında şaşaası yani :)
Şanımız yürüsün; yine herkes Arnavutlar'dan, Doğanlar'dan bahsetsin falan denilince bende de akan sular durdu tabi. Hiç dayanamam, yeter ki şan şöhret yayılsın (kahkaha efekti)
Evet kararı bu şekilde verdim. Doya doya, sadece bana kapatılan bi mekanda, İnci'nin Kınası olsun, bittikten sonra uzun zaman konuşulsun istedim.
Kına yapmaya karar verdim de, o dakikadan sonra daha zor bi seçim süreci başladı. Yalnızca eğlenecek, kuduracak olsak o mekanları avcumuzun içi gibi biliyoruz da, iş kınaya gelince orada bi durduk. Avrupa yakasında olsa, yine seçenek çok, tüm sülale komple o tarafta oturuyor zaten. Bakındık da ama içime sinen bi yer bulamadım o taraflarda.
Geçtik Anadolu yakasına. Araştırıyorum ama yok, istediğim gibi bi yer yok. Bende kapalı alan antipatisi var. Mutlaka açık, püfür püfür, yeşillik bi yer olacak. Böyle olunca da seçenek iyice azaldı. Sadece bi yerle görüştüm. Yeşillikler içindeydi ama ufaktı. Bizim gibi, çekirdek kavramı bile 30 kişi olan sülaleler için uygun değil yani. Daha normal ailelere hitap ediyor.
Nasıl olucak, yoksa olamayacak mı derken, eskiden beri çok beğendiğim bi yer aklıma geldi. Hem de burnumun dibinde.
Nabizade Konağı!
Konaklara meyilim nişandan kalma, malumunuz. Havalara uçtum desem yeridir.
Hemen gidip görüştük annemle. Aynı gün de anlaştık. Tabi bende telaşlar hemen başladı. Neler (dikkatinizi çekerim ne değil, çoğul) giyeceğim, davetlilere nasıl anılar dağıtacağız, mekan süslemesi ne renk olacak, mumlar, kızların duvakları kırmızı mı beyaz mı olsun, çerez için keseler, tepsisi bindallısı ve daha bi sürü detay.
O hafta annemle gidip mumları, duvakları, tepsiyi, çerez keselerini, bindallıyı hallettik. Çok detay vermiyorum, sürprizlerim de olacak :)
2-3 hafta kadar önce de şalvardan ve bindallıdan önce giyeceğim kıyafetleri canım sevgilimle birlikte seçtik. Arnavut âdetlerine yetişmek herkesin harcı değil, pardon da. Sevgilim sağolsun, hiç eksik bırakmadı. Ne olacaksa olması gerektiği gibi, en güzeli, en istediğim gibisi benim oldu onun sayesinde en başından beri, hep. Kendisine sorsanız zaten o da Arnavut, Üsküp'lü hatta Kaçanik'li zaten :) Bilindiği gibi de zevkli bi insan. Benim gardrobumu kendisi seçiyor tek tek. Kına elbiselerimi de, ayakkabılarımı da o seçti. Saçlarımı nasıl yaptıracağım konusunda yine danışacağım kişi o. Elbiselerin kaç tane olduğunu burada söylemeyeceğim ama içlerinden biri yine benim tasarımım, nişan kıyafetim gibi :) Elbise giyip çıkarmaktan oynamaya vakit kalıcak mı hiç bilmiyorum. Tek endişem bu!
Burdan sonra sizi mekanın fotoğraflarıyla başbaşa bırakıyorum. Anlatmakla bitmeyecek, tarif edilemeyecek bi yer çünkü.
12 Haziran akşamı bizimle olacak şanslılardan önce siz görün sayın okuyucu. Bu arada süsleme rengini henüz seçmedim, fikirlerinizi bekliyorum!













7 Şubat 2013 Perşembe

Kuaför Önemli

Hummalı çalışmalarım sonucu kuaförümü de seçmiş bulunmaktayım kızlar!
Tabi ki bu aşama da öyle hemen, kolay, pat diye olmadı. Ben uzun zamandır araştırmasını yapıyordum ama, pek de içime sinen bir yer olmamıştı. Kendi kuaförüm Şişli'de. Yani imkansız. Anadolu yakasında fön, boya, manikür gibi işlemler için gittiğim yerler var fakat onları da gelin saçım için tercih etmem. Dolayısıyla sıfırdan, hiç bilmeden bir kuaför seçmek, hele de düğün günü için oldukça zor.
Pek bir tavsiye de yoktu bu konuda. Kuzenlerim hep Avrupa yakasında evlendiği için, onlar benim için hayaldi. Kaldık yine kadın forumlarına. Bir kere dalınca da çıkılmıyor kolay kolay. Herkesin farklı beğenileri var, birinin mükemmel dediğini, bir başkası yerin dibine sokuyor. Böyle böyle çok ünlü kuaförleri bile eledim, isim vermeyeyim. Bu arada etikete de asla güvenmem. Çok problem yaşadım, çok ünlü kuaförlere kamyonla paralar döküp hüsranlarla karşılaştığımdan. Ayrıca çok ünlü salonların en büyük dezavantajı; personel sirkülasyonunun çok fazla olması. Yani güvenemezsiniz, bir gidişinizde çok iyi boyanan saç, diğerinde başka bir personelin ellerine kalır çoğunlukla. Kuaför de özel iş. Saçı, sizi, isteklerinizi çok iyi tanıyan biri olmalı. Sık değişmemeli. İsterse mahalle kuaförü olsun, sizin saçlarınız her defasında aynı çıkıyorsa o elden, tamamdır.
Dağıtmayalım, gelin saçı olayında en çok önem verdiğim şey; modelden ziyade makyajdır. Model konusu çok atraksiyon kaldırmaz. Bana göre tabi. Ya sade sıkı bir topuzdur gelinin olayı, ya da salaş dalgalı saçlar. Hemen hemen herkes yapar bunu. Ama makyaj asla öyle değil. Tam olarak vezir de eder, rezil de durumu. Hele konu gelinse, o gözler ya metalik masmavi ya da metalik gridir fiks. Dudaklar ya kırmızı, ya daha kötüsü kiremit. Şaşmaz yani, çok abartılır. Siz ne kadar "sade" derseniz deyin, o kuaför mutlaka "aa gelinsin ama, şimdi abartmıcaksın da ne zaman abartıcaksın" diyecektir. Bugüne kadar yanında bulunduğum tüm gelinlere aynısı yapıldı. Kız o telaşla kendisini ne hale soktuklarını da farkedemiyor, yanındakiler de "oha komik oldun" diyemiyor. Sonu.; fotoğraflarda sonradan farkedilen "ben ne haldeymişim" feryatları. Aynısını saç için de yaparlar, mutlaka çok karışan, çok konuşan bir personel vardır. Sim falan atar kafanıza. Katliam sebebi.
Neyse efendim, makyaj konusunda araştırayım oradan dalayım dedim. İyi ki öyle yapmışım. Öyle birini, öyle bir yeri keşfettim ki. Burnumun dibinde, Kadıköy'de, hatta hemen hemen her gün geçtiğim yol üzerinde bir kuaför. Dışardan baksam merak edip içeri girmezdim bile belki. İhtiyacım olmadığından. Ama bir araştırdım ki, makyajda Leyla Kamış (makyaj şampiyonu, üst görselde ödülleri bulunan kişi), saç ekibinin başında ve her gelinle (ki Haziran için günde 6 gelin falan oluyor sayı) tek tek bizzat ilgilenen eşi Osman Kamış.
Kuaförümüz Altın Çocuklar!
Fazla bir şey söylemeyeceğim. 15 Haziran 2013 sabahı saat 08:00'de oradayız. Ben, annecim, sevgili nedimelerim.. Programımız çok yoğun, fotoğraf ve video çekimlerimiz çok uzun ve meşakkatli. Bu nedenle sabah 08:00'de maraton başlayacak. İlk gelin olacağım. İlk periyod sonunda öğleden sonra ben ve iki sevgili nedimem-fotoğrafçım benimle birlikte hazırlanıp çıkacak ve sevgili sevgilimin gelip bizi almasıyla ilk çekimlere başlayacağız. Bu sırada kuaförde bıraktığımız ikinci periyod nedimelerim hazırlanacak ve çekimlerin ardından geri gelip hem onları alacağız, hem saçlarım ve duvağım değişecek. Son çıkışımızı gerçekleştirip, ikinci etap çekimlerimizi gerçekleştirip kız evine geçeceğiz. Devamı malum :)
Ben sizi Leyla-Osman Kamış çiftinin ellerinden çıkmış gelinlerin öncesi-sonrası kareleriyle başbaşa bırakmak istiyorum. İstiyorum ki o ağızlar bir karış açık kalsın! İstiyorum ki abartmadan, "sanki makyaj yokmuş gibi" görünüp de, bu denli çarpıcı değişebilmek ve düğün gününde son derece fresh ve "doğal" görünebilmenin mümkün olduğunu görün. Buyrunuz;





24 Ocak 2013 Perşembe

Sonunda Dogum Günüm !

Bu yazım epey gecikti, farkındayım. Sizlerden de sürekli gelen "ee hani nerde doğum günü blogu?" sorularıyla şımarmadım değil tabi, ama ancak vakit bulabiliyorum sevgili okuyucu. Neredeyse Ocak bitecek, 2 Ocak yazısı yeni çıkıyor parmaklarımdan. Özürlerimle giriş yapmış olayım bu yazıma, kabul ediniz.
Bu yıl doğum günüm Çarşamba'ya denk geldi. Ben kronik işsiz olarak tabi ki evdeydim. Sevgilim de çok yoğun bir tempoda çalışıyordu. Sürekli şehir dışına gidip-geliyor, birbirimizi bile çok az görebiliyoruz o zamandan bu zamana.
Doğum günüm yaklaşırken ilk hediyelerimi annemle birlikte bizzat seçtim. Aslında yaş aldıkça, hediye beklentisi de kalmıyor hakikaten. Ama ailem canım benim, hiç atlamaz, ne hediyeyi ne pastayı.
Biz de annemle çıktık her zaman ki adresimiz Kadıköy'e, dolaştık. Ocak ayı ihtiyaçları tabi, malum kış. Benim gardrobum da sağolsun komple yazlık. Tiril tiril, incecik giysiler hepsi. Zaten kışı sevmediğimden, kışın üstümde ekstra 2 kilo ağır kıyafetlerle gezmeyi hiç sevmiyorum. Hele ki koyu boğucu renkler asla! Ama yine de kendime uygun, renkli, iç açıcı kışlıklar bulmayı başardım. İnci sezonunun moda renkleri yine RENKLER :)

Bu gördüğünüz şeker kıvamındaki şeyler LCW Genç koleksiyonundan. Dikkatinizi çekerim; GENÇ. Hatta o iki taraflı giyilebilen şişme yelek beden olarak 15-16  yaş. Ben de bu yıl 16 yaşımdan gün aldığıma göre, tam olarak bana hitap ediyor değil mi? Annem, babam ve kardeşimin ortak hediyeleri bu alışverişle tamamlanmış oldu ve doğum günü akşamımda bana verilmek üzere paketleriyle kaldırıldı.
Aradan günler geçti, geldik doğum günü akşamıma. Her yıl ki gibi sevgilim yine bana hiçbir ipucu vermeden sadece hazırlanmamı söyledi. Ben de normalde günler öncesinden ne giyeceğimden tut, hangi aksesuarları kullanıp, saçlarımı nasıl yapacağıma kadar belirlerim ama o gün için aklımda hiçbir fikir yoktu. Sevgilim gelip beni almadan 1 saat falan önce odama gidip gördüğüm ilk şey olan kot şort üzerinden hızlı bir kombin yarattım. İyi günümdeydim sanırım, ki normalde nötr bir şekilde gardrobuma bakarken hep "giyecek hiçbir şeyim yok" diyorum. Neyse ki o gece için çok kısa sürede hazırlığı tamamladım.
Hazırlanırken, gündüz veya gece için olsun, özel bir program veya günlük olsun, her zaman dikkatli, her zaman görünüşüne düşkün biriyim. Cumhur'a göre de onun beni gördüğü ilk an dikkatini çeken, hoşuna giden tarafım bu. O da bir erkek olarak kadın giyiminde zevkleri üst düzey biri. Aşırı dikkatli, çok zevklidir. Beni de her zaman "tanıdığı" gibi görmek ister, buna dikkat eder. Hatta onu tanımadan önce günlük yaşamımda, okula giderken falan eşofman kullanan ben, Cumhur'dan sonra eşofmanları sokak hayatımdan çıkardım. Tahammülü yok mesela buna. Ne kadar zevkli bir eşofman olursa olsun paspal buluyor. Her daim giyime çok önem veren, şıkır şıkır bakımlı olan, tarz sahibi birini hayatında taşımayı hayal eden sevgilimin dileği kabul olmuş mu sizce? :)
Bu noktaları dikkate alarak hazırlandım, sevgilimin de gelir gelmez gözlerinde o beklediğim parıltıyı gördüm ve evden çıktık.
İstikâmetimiz bu yıl Bağdat Caddesi'ymiş.Tuttum sevgilinin elini, düştüm peşine. Böyle bir günde bile yemek için fikrimi sordu. Ben de seçimi onun daha önce aklında olan fikre bıraktım ve geldik KafePi Lounge'a. Tam istediğimiz ve düşkünü olduğumuz gibi, o akşam da sessiz sakindi mekan. Işıklar loş, içersi sıcacık, sadece bir kaç masa var.. Biz de kurulduk bir köşeye ve daldık menüye. Ben özlemişim sanırım, gözüm direkt fajitaya gitti. Kararımı da çok hızlı verdim ve combo fajita siparişi verdim. Bu kez sevgilim seçimini kolay yapamadı, bir kaç et yemeği gezdikten sonra risk almadı ve o da sevdiği tatlardan biri olan penne arabiata söyledi. Yemeklerimiz gelene kadar alkol menüsüne de göz gezdirdik ve çok sevdiğimiz Curcuna'nın alkol menüsüyle benzerlikler yakaladık. Servisteki arkadaşa sorduğumuzda da beklediğimiz cevabı aldık. Meğer Curcuna KafePi'nin bağlı mekanlarındanmış. Bu yüzden alkol menüsü de ufak farklar dışında hemen hemen aynıymış. Biz de Curcuna'yı çok beğendiğimizi belirtince, ufak bir hatıra da hediye ettiler. Biz de aramıza yeni katılan Mila'mızla bu anı ölümsüzleştirdik efendim.
Ardından yemeklerimiz de oldukça hızlı bir şekilde servis edildi ve aç karınlarımızla nefis yemeklerimize yumulduk. Burada küçük bir parantez açmak istiyorum; aslında yemek yediğimiz her mekanda üstümüzde "yemekle birlikte içecek içilmemeli" tabelasıyla oturmak istiyorum. Biz yemek yerken zevk duyuyoruz. Elbette sadece doymak adına yediğimiz zamanlar da oluyor ama, çok büyük çoğunlukla yemek her ikimiz için de zevk. Bu tadı da bozmamak adına yemek sırasında içecek tüketmiyoruz. Ben zaten içecek konusunda çok seçiciyim. 2 yıldan fazladır ağzıma kola sürmüyorum mesela. Çok canım isterde fast-food yanında ice-tea belki. Bunun dışında yemekle içecek almam. Et ve balık için, şarap ve rakı dışında alkolle yemek yemem. Sevgilim de kola karşıtı değil ama benimle birlikte o da ice-tea daha çok içer oldu. O yüzden bu güzel yemekleri de hakettikleri gibi sade bir şekilde mideye indirdik. Söylemeden geçemeyeceğim; her yerde fajita yemem ama KafePi'de ilk kez denedim ve tek kelimeyle hayran kaldım. En çok Krepen'in fajitasını severdim, ama bu onun da üstüne çıktı. Böyle bir lezzet, o etlerin yumuşaklığı, biberlerdeki kıvamında baharatlar falan şu an bile "olsa da yesek" dedirtti. O kadar zevkle yedim ki, o sırada kronik farenjitim nüksetmiş durumdaydı, ki bilen bilir, çok soğuk ve çok sıcak farenjitin muhteşem düşmanıdır, buna rağmen boğazım yana yana, acıya acıya, gece nefes alamayacağımı bile bile soğutmadan dumanı üstündeyken gümlettim. Hatta sevgili sevgilim de kendi pennesiyle doymayıp, benim fajitadan bir kaç lokma alınca "acaba abartmış olmazsam ben de mi söylesem?" diye düşünmedi değil. Tabi ki müsade etmedim. Form her şeydir, formsuzluk hiçbir şey!
Bu muhteşem yemeklerin tadı damağımızda biraz daha kalsın diye, yaklaşık yarım saat kadar sonra alkol menüsünü tekrar istedik ve daldık çeşit çeşit kokteyllere. Her doğum günümde şaraptan şaşmayan ben, bu kez değişik bir şey denemek istedim. Sevgilim de vodkadan asla şaşmaz. O da bir değişiklik istedi ve seçimimiz epey uzun sürdü. Kokteyllerin isimleri de harika. Aysel Gürel'den tutun da, Fight Club'a varana kadar çok eğlenceli ve karakteristik isimler verilmiş. Karışımlar da iç açıcı ve oldukça geniş bir yelpazede. Şekerli alkol sevenlerden, sert karışımlardan hoşlananlara, sütlü kokteyllerden, egzotik tatlara kadar herkesin zevki düşünülmüş. Biz yaz sonunda Zero ve Orçun'la Curcuna'da kahvaltı yaptığımız için, o gün alkolleri tadamamıştık. Kısmet KafePi'ye oldu. Ben şekerli bir tercih olan Big Babol'u seçerken, sevgilim de elma aromalı mojitodan yana tercihte bulundu ve içkilerimiz geldikten sonra gecenin pozunu bu renkli bardaklarla verdik.
Bu arada dikkatli gözlerden kaçmamıştır, boynumdaki papyon sevgilimin nişanımızda kullandığı smokin papyonu. Bu kombini giyinip aynaya baktığımda kesinlikle bir eksik olduğunu düşündüm. Gömleğin yakasını açık kullanmayı da çok severim ama o gece ki tarzıma uygun olan kapalı bir yakaydı. Önce kolyeyle birleştirdiğim görüntüden hoşlanmadım. Kombine birden karar verdiğim için de evde istediğim kalınlıkta siyah bir kurdela bulamadım. O an aklımda bir ışık yandı ve hızla sevgilimin nişan takımının asılı olduğu elbise kılıfına yöneldim. Oraya koyduğumu hatırlamıştım ve doğruymuş. Yakama papyonu takar takmaz "işte bu" dedim. Cumhur'un da görür görmez aynı tepkiyi vereceğinden emindim. Gerçekten de öyle oldu. O gece ki kombinime tam anlamıyla bayıldı. Çorabımdan, çizmeme (fotoğrafta görünmüyor fakat dizlerimin üzerine kadar uzun siyah deri çizmelerleydim), üstümdeki deri ceketten, manşetleri kalın gömleğe, boynumda taşıdığım kendi papyonuna kadar gözleri güldü sevgilimin. Siz ne düşünüyorsunuz? :)
Ayrıca Mila'mız da eksik kalmadı ve boyunu aşan bardaklarla şöyle bir havasını attı;
İçkilerimizi yarılayana kadar sohbet, muhabbet her zaman ki gibi gülüşmelerimiz, komikliklerimiz devam etti. Derken sevgiliden beklenen hareketler gelmeye başladı. Yerinde bir kıpırdanmalar, bakıp bakıp bir gülmeler falan. İlk olarak masanın üzerinde iki tane bilet belirdi. Ne ola ki diye bir uzandım, ne göreyim? Woody Allen'dan Antik Yunan'da geçen bir absürd komedi klasiği olan Tanrı oyununa iki bilet. Kadıköy Tiyatro Ak'la Kara'dan. 5 Ocak 2013 akşamına. Nasıl mutlu oldum, nasıl.. O kadar çok seviyoruz ki tiyatroyu, böyle de nefis oyunları yakalayınca daha da mutlu oluyorum. Sevgilim işte, düşüncesini sevdiğim adam. Kaçırmamış! Ayrıca şu tarih itibariyle izlemiş olarak söylüyorum, muhteşemdi. Kesinlikle gidip görün, hala sahneleniyor.
Biletlere mutluluktan uçarken ben, tabi ki sevgilimin süprizleri bitmedi. Bir baktım ki ne göreyim? En çok istediğim, Avusturalya'lı bir elektronik pop grubunun solistinde gördüğümden beri hastası olduğum, tırım tırım aradığım o tayt benim olmuş! Hem de kalkmış ta Amerikalar'dan gelmiş, doğum günüme konmuş. Haklı bir gurur da yaşamadım değil. Sevgilim yine zevkini konuşturmuş, bir çok farklı rengi olan taytın en güzel ve en şık rengini seçmiş. Buyrun, haksız mıyım?
Tayt tutkunuyuz ikimiz de. Ben rahatlığına vurgunum, Cumhur görünüşlerine. Hatta öyle ki, tayt çıkmadan önce kotlarla nasıl yaşamışım hiç bilmiyorum. Çok uzun zamandır kotlarımı üstüme geçirmiyorum. Kot rengi bir alta ihtiyacım olduğunda bile, streç yapıda tayt-kotları tercih ediyorum. Sonsuz rahatlık. Bir de böyle şık, farklı, tasarım harikası taytları görünce evet almadan duramıyorum. Canım sevgilimin zevkini de burdan tekrar öpücüklerle kutluyorum, çok teşekkür ediyorum. Ama bu taytları ve çok daha fazlasını bulabileceğiniz siteyi açıklamayacağım :) Sadece bende olsun istiyorum!
Bu bomba sürpriz de açıklandıktan sonra artık sakinleşmem çok zordu. Ta ki telefonuma bir mail gelene kadar.. Sözüm var sevgilime, blogta bahsetmeyeceğime dair. İçeriğine asla girmeyeceğim zaten de, bunu söylemeden geçemem. Arka arkaya 3 mail geldi, ben okudukça. İşte doğum günlerimizin en sevdiğim, aşık olduğum, taptığım tarafı bu sizce ufak, bizce kocaman şeyler. Gerçek kelimelerin ardarda gelmesiyle oluşan gerçek cümleler. Sevgilim de öyle pürüzsüz yazmış işte uzun uzun.. Gülümsetti, mutlu etti, sevindirdi  ama en çok karşılıklı ağlattı. Bu kadar, sustum.
Böylece gecemizin bu kısmını noktaladık. Ertesi gün o işe gideceği için, çok da uzatmak istemedim, kıyamam çünkü. 
Kalkıp biraz yürüdük. Hava hafiften ısırnca da atladık dolmuşa ve eve geldik. Yine klasikleşen bir aile kutlaması zamanıydı. Annem, babam, kardeşim bizi bekler her zaman. Sembolik olarak bir pasta üflenir, severim bunun klasik olmasını. Hep birlikte daha uzun, çok uzun yıllarımız olsun sağlıkla. İlerde bunları yapmadığım için pişman olmak istemiyorum.
Duygusallaştım, evet eve geldik efendim. Tabi ki çekirdek ailemiz ve pastamız karşıladı bizi. Pastayı da bu yıl hazır almadık, ben gündüz Köstebek Pasta yapmıştım. İlk kez denedik ama çok güzek, çok hafifmiş. Yapımı da oldukça pratik. Tavsiye olunur. 
Güzel dilekler tutup hep birlikte üfledik mumları. Pastamızı da ikişer dilim olarak indirdik midelere ve biraz daha sohbetten sonra sevgilim kalktı. 
Güzel, sıcacık, gülücüklü, mis gibi bir doğum günüm daha geldi ve geçti. Zaman çok hızlı olsa da ben tabi ki farkımı ortaya koyarak bu yıl 19 yaşımı yeni bitirdim (gülmek yok). Bu yaşımda da sevdiğim herkes yanımdaydı. Önümüzdeki yıl evli bir doğum günü kızı olacağım, bakalım bir yıl neler getirecek bize..
Son olarak iki güzel insanın da muhteşem hediyelerini sizlere sunmaktan büyük keyif duyuyorum. Artık evleniyor olduğum için, kızların hediyeleri de bu yönde oluyor ve beni inanılmaz mutlu ediyor. Kıskanılacak derecede süper hediyeler melek kuzenim Zuzu'm ve kardeşcağızım Zero'dan sırasıyla sizler için geliyor! :) 
Karaca Home'dan rengarenk, tam benlik bir nevresim takımı Zuzu'dan ve içinde her gün çayımı demleyeceğim Mudo Concept'den crown temalı demlik Zero'dan. 
İyi ki varlar..