19.11.2011
O sabah gözlerimi açışımla anlamalıydım aslında her şeyin farklı ilerleyeceğini. Kimse kabullenmek istemez; sözdür, nişandır, nikahtır formalite meseleler tarihçeleri ve toplumdaki yerleri açısından. "Biz zaten seviyoruz, aşığız birer yüzüğün, bi imzanın değiştireceği ya da bize katacağı bi şey olmayacaktır. Bunlar tamamen toplumda ve kanunda kabul görmek temelli otomatik davranışlar olmuş" düşüncesinin en ateşli savunucularından biriyim. Ya da doğru kelimeyle biriydim. İki insan bi arada olmak istiyorsa imzalar, sözler, yüzükler gerekli şeyler değil derdim. Aslında burda karşı olduğum fikir evlenmenin kendisinden ziyade, evlenince ya da bi yüzük takınca duyguların, hissedilenlerin, tavırların buna paralel olarak çok daha güzel olacağını düşünen zihniyetti. Fakat hakikaten de duyguların formu sınıf atlıyor-muş. Öğrendik.
Ne diyordum. O sabah. Gözlerimi açmadan bi kaç saniye kaldım yatakta. Sonra her sabah yaptığım gibi başucumda duran telefonumun ışığına kaydı gözüm. Orda yanıp sönmüyor olması ihtimalini düşündüğümde bile nefesimin daraldığı beyaz ışık, şükürler olsun ki o sabah da orda. Gülümsedim ufak ve uzandım telefonuma. Sevgili yine uyandığı saatten ben uyanana dek harfleri, kelimeleri, cümleleri olabilecek en şahane şekillerde uç uca getirmiş bi sürü mesajı sıralamış. Önce onları tekrar tekrar okuyup her sabah ki ritüelimi gerçekleştirip cevaplayarak, ardından meleklerin bilumum "uyan taze gelin" temalı mesajlarına dönüş yaptım.
Bahsi geçen temalı mesajlardan nazik olan birine hemen göz atalım :)
Gülücüklerle başladığım sabahı yataktan kalkmayı reddederek devam ettirdim ve işin suyunu çıkararak anneme en cırlak halimle "anneeeeeğğğğ saklandım gel de beni bul" şeklinde seslendim. Mesele şımarmaksa gerisi benim için teferruat azizim. Odama kalk hadi kalk diye güle güle gelen anneme son vurgunu da "ben söz kızıyım kızaaaaam bugün beni şımartıcaksınız" diyerek vurdum ve nihayet yataktan kalktım.
Yataktan kalkışımdan kuaföre gidişime kadar geçen sürede evin içinde geziş modum; 'sen ne sınavlar, ne mülakatlar geçirmiş insansın İnci. İnci'sin sen ya. Kızım kendine gel. Heyecanlı değilsin hayır'dan öteye gidemedi (heyecansızsın İnci diye başımı yiyen Zero ve Ece'ye selam olsun). Bu sırada tabi sevgili sevgilim de tüm masumiyetiyle "elimi kolumu koyucak yer bulamıyorum" tarzında mesajlarıyla kalbimi attığı yerden çıkarma arifesinde. Yerim. Tez canlı annemin daha fazla duramaması sebebiyle çıkıp kuaföre geçtik. Melek kuzen Zuzum işten çıkıp gelecek bi saat içerisinde, kardeşcan Zero da vizesinden çıkıp yetişicek kuaför faslına. Ben de aslında kuaföre olabildiğince geç gideyim ki eve dönünce o bekleyişi minimuma indireyim kafasındayım. O yüzden onlar beni rahatlatıcağına ben kuafördekilere sakin olun acele etmeyin falan diyorum (kahkahalar). Tabi onlar da beni oyalıyor tecrübeyle sabit olduğundan. Sözlenecek heyecanlıdır tavrıyla espiriler, komiklikler gırla.. Böyle kısa bi süre geçtikten sonra kapıdan ilk giren Zero oluyor. İtiraf geliyor, heyecanın somut haliyle ilk o an tanıştım. Sanırım olayın farkına öyle varıyor insan o gün. Hani 15 senelik geçmişimiz var ama Zerrin'i görüp heyecanlandığım yegâne an o sanırım :) Bi de üstüne bana nefes alma fırsatı vermeden içeri Zuhal girerse bende hal kalmaz tabi. Hoş geldin, beş gittin muhabbetinin akabinde Zero'nun saçlarının yapımına start verildiği için makinayı kapan kuzenim çekime hızlı bi giriş yaptı.
Ve ilk kareyi ölümsüzleştirdi aynen şu şekilde;
Yalnız rahatlığım, largelığım falan yalan. Fotoşop o. Montaj. Hihu ben hiiiiiç de heyecanlı değilim gördüğünüz gibi isimli fotoğrafımı geçelim. Kızlarla dedikodu haline gelelim. Aman nasıl olucak, kaçta gelicekler, yetişmeyen bi şey var mı benzeri sorularla başlayan muhabbet faslımız zaman zaman aramızdan birimizin koltuk değiştirmesi, saç yıkatması, fönüne başlanması gibi ufak kesintilere uğradı fakat hız kesmedi elbette. Bu sırada sevgilimin benden ayrı bi aşk yaşadığı siyah ojeli kısacık tırnaklarım manikürden çıkmış, ben de bi yandan kurumalarını beklemek istiyorum bi yandan sevgiliye mesajları eksik etmiyorum, bi yandan telefonun şarjı can çekişiyor onu prize takma çabası içerisindeyim. Cefakar kadın modeli. Çok uzun sürmüyor bu halim tabi hemen prenses karakterime bürünüyorum ve makyaj masasına oturuyorum. Başımı o koltuğa dayayıp kendimi makyöze bırakmadan önce sıkı bi pazarlığa giriyorum. Bak sakın ha abartmıyosun yalnızcaaaaa siyah bi eyeliner ve göz kalemi kâfi şekerim diyorum, ikna etmek için biraz uğraşıyorum ama başarıyorum tabi.
Bu hafif makyaj pazarlığı sonrası ben ve kazandığımın resmi olan dostum siyah göz kalemi
Ve bu da o sırada bile konuşmaktan vazgeçemediğim adamın kanıtı :)
Bu arada konuştuklarımız da ayrı müthiş. Gerçekten kendi sözümüz için mi hazırlanıyoruz sevgilim falan diye birbirimizden teyit alıyoruz falan. Harikuladeyiz. Çok başarılıyız. :)
Bizde hazırlık sürüyor da erkek tarafında olmaz mı? Olur elbet. Orda da tatlı bi telaş hakim. Ben tabi saniye saniye naklen alıyorum haberleri :) Bu kısımda bi parantez açmak istiyorum, hep bahsettiğimiz kendi kişisel tarihimize not düşmek adına. Evin zili çalana dek yaşadığım en büyük kalp çarpıntısını; sevgilimin ailesinin "sakallarını kesseydin daha iyi olmaz mıydı?" sorusunu duyduğum an yaşadım. Çok önemsiz, basit gelebilir kulağa. Ama şaka değil gerçek; sevgilim benim tırnaklarımın kısalığına santimine kadar nasıl düşkünse, ben de onun sakallarının uzunluğuna o derece sapkınım. Bu "bana ne tırnaklar şu kadar kısa olsun" veya "o sakallar böyle duracak" inadı ve ego çarpışması değil. Egoya doğrudan ters bi şekilde, egosuzluğumuzun göstergesi bizzat. Bu konuda ilerleyen günlerde başlı başına bi blog yayınlayacağımı da belirterek tekrar kaldığımız yere dönüyoruz.
Benim makyajım yapıladursun, kızların da saçları hemen hemen bitti sayıldığından ve saatleri devirdiğimizden bizde ufak acıkma belirtileri görünüverdi. Üç boğaz düşkünü bi araya gelmiş, malum akşam o telaşta ağzımıza lokma girmeyeceği de ortadayken fırsatı değerlendirdik ve süslenmeye ara verip mideyi süsledik kebaplarla. O dakikalarda nasıl bi acıkmaksa artık, fotoğraf çekmek şöyle dursun kimse tek kelime konuşmadı bile. Sonra da "oğlum biz hiç konuşmadık farkında mısınız yemek bitene kadar" diyerekten aydınlanma yaşadık. Gözlerimiz ışıklarına yeniden kavuşur kavuşmaz hepimizin süsü püsünde son rötuşlar yapıldı ve son dakikalarda aramıza katılan Eco'yla birlikte tıpış tıpış evin yolunu tuttuk. (Eco'ya da tekrar teşekkürlerimi iletiyorum, bi saat de olsa yanımda olduğu için.)
İşte asıl olayın başladığı dakikalar tam olarak bunlar. Eve geliyorsunuz, yanınızda kuzeniniz, arkadaşlarınız, anneniz, babanız, kardeşiniz. Evin tüm ışıkları yanıyor. Herkes ayakta. Biz hala kotlar t-shirtler takılmalardayız hala. Annemin hadi artık giyinin demesiyle ciddiyete vâkıf olup odanın yolunu tutuyoruz. Biz giyinirken ilk zil çalıyor, o saatte kimsenin gelmeyeceği belli ama işte programlanmış gibisiniz. Zil çalınca yürek ağıza. Meğerse gelen Zeynep ablaymış, beni görünce aman aman daha dün okuma bayramına geldiğim çocuğa bak diyerek günün anlam ve ehemmiyetine ilk göndermeyi yaptı.
Yine çok konuşmuşum. Anlat anlat insanlar baydı. Türk milleti kitap okumaz, blog hiç okumaz. Ufaklıktan kalma alışkanlıkla 'resimlerine' bakar.(buraya kahkaha efekti evet) Buyrun laftan çok iş olsun, iki fotoğraf arasındaki farkı öncelikle siz yorumlayın;
Tipime bakınız. İlk karede kuaförden yeni gelmiş ben. Memnun mutlu gülümsemeler, elde telefon sevgiliye "yuppi çok güzel oldum" mesajları saçmalar. Fakat ikinci karede ne görünüyor? Adeta bi Nuri Bilge Ceylan sessizliği. Adeta bi Kubrick gerginliği. Bundan sonrası alabildiğine bekleyiş, alabildiğine heyecan. Geçen her araba sesine kabartılmış kulaklar, sevgiliyle ışık hızına yakınsayan mesajlar, ardı ardına attığım twitler, gelen mentionlar, gergin, ölecek gibi, Tanrım ben n'apıcam yakarışları etc. Derken bizden kız tarafı olarak gelecek olan 30 (yazıyla otuz) kişi tek tek dökülmeye başladı. Kapılar çaldıkça hop oturup hop kalkıyorum fakat ironik olan tarafı sevgiliyle de sürekli irtibattayız daha yola çıkmadıklarını falan biliyorum. Maksat adrenalin olsun. Bizim ailenin yavaştan toparlanmasının ardından son eksiğimiz Ece'de söz evine girişini gerçekleştirdi. Bana bakıp "makyajın çok hafif olmuş, çok güzel" demesiyle içime su serpti canım arkadaşım. O saniyelerden sonra olan biten komiklikler, aman halıya takılıp düşmeyesin kahvelerle, aman tuzlu kahveyi Cumhur yerine başka birine vermeyesin yanlışlıkla, baban seni vermicek kızım gibi üzerime oynamalardan ibaret. Biz bi şekilde gülüşürken tanışıklığımız boyunca sevgilimden gelen en gergin mesajı okudum "yaklaştık".
Tabi bizde derhal bi telaş, koşuşturmalar, herkes son hazırlıkları tamamlamış derin nefesler alarak zilin çalacağı o anı bekliyor. Ki ömrü hayatımın ilk kalp spazmını o zil çalınca yaşadım. Hemen beni odama gönderdiler, bütün herkes kapıya dizildi. Ben zavallı insan kapının arkasından olan biteni duymaya çalışıyorum tabi. Akşamın en önemli iki insanından biriyim ama kapıdan girişlerine şahit olamıyorum. Hazin. Baktım hoşgeldiniiiiizzzzler dökülmeye başladı ağızlardan, tamam dedim girdiler içeri. Salona geçtiler sesler uzaklaştı hiçbi şey duyamıyorum ve herkes beni unuttu. Odanın içinde düşündüğüm tek şey sevgilimdi, itiraf ediyorum. O an görmek istediğim tek insan. Nasıl olmuş, alırken denediği ve benim bakakaldığım, izlemeye doyamadığım takımının içinde şu an nasıl görünüyor, keşke iki dakika buraya gelebilse de sarılsam, şu titremem geçse, kimbilir o şu an ne kadar heyecanlı, nerde oturuyor acaba, nasıl susmuştur kıyamam.. Bu millet beni hakikaten unuttu, kızlardan kimse de gelmiyor odaya diye düşünürken odamın kapısı açıldı ve Zuhal ağlayarak içeri girdi. Neye uğradığımı şaşırmaya bile fırsat bulamadan kollarını açıp bana sarıldı ve "Cumhur çok yakışıklı olmuş ay çok duygulandım" dedi. Buyur burdan yak modeli. Ben nasıl merak etmem, nasıl ağlamam ve içeri gidince kendimi sevgilinin kollarına sarılmaktan nasıl alıkoyarım? Düşünceler kafamda birbirini kovalarken şu an hatırlayamadığım birileri sanırım halam veya ablam gelip içeri geçip hoşgeldiniz diyebileceğimi, herkesin beni beklediğini söyledi. O koridora çıktığım andan, herkese hoşgeldiniz diyip mutfağa kaçtığım ana kadar hiçbi şey hatırlamıyorum. Zihnimde o dakikalarla ilgili beliren tek kare sevgilimin beni salon kapısında gördüğü an ki bakışı. İnsanın ancak ölürken unutacağı görüntülerden biri bu. Tarif edilmesi imkansız. Tek isteğiniz o an herkesin puf diye ortadan kaybolması ve koşarak sevgiliye sarılmak, kollarının altına saklanmak, bırakmamak, öyle uyuyakalmak. Pek tabi öyle olmadı. Herkese kibar hoşgeldinizleri sıralayıp doğru mutfağa geçtim. Mutfakta telaş, kahveler yapılıyor tabi. Ben zangır zangır titriyorum. Oturmayı bile aklıma getiremedim de Zerrin otursana şuraya bayılıcaksın dedi arkasından Zuhal yetişti.
Kızların ellerimi tutup sakinleştirmeye çalışarak geçti geçti tamam en stresli kısmı atlattın karesi de hemen sağda;
Kahveler pişti, o kadar insana ağır cam tepside dökmeden ve fincanlara bakmadan kahve servis etmekte sıra. Tabi bi de sağ alttaki ufak cezvede bulunan tuzlu damat kahvesini sevgiliye acımadan içirmek:)
Soğukkanlılığımı korumaya ve heyecanımı belli etmemeye çalışarak ağzına kadar insan dolu olan salona elimde tepsiyle giriş yaptım. Tüm gözler yine bende. Ben hem kimseye bakmamaya çalışıyordum, hem de çaktırmadan sevgiliyle göz göze gelme çabasındaydım. Kahveleri servis ederken yapılan "tuzlu kahve hangi fincandaysa söyle biz de yanmayalım" geyiği beni biraz rahatlatmış demek ki, sıra sevgilime geldiğinde biraz daha nefes alıp verebilir haldeydim.
Çakal sevgilim tepside kalan son üç fincandan farklı olan yerine aynı olan diğer ikisinden birine uzanıp gülünce, tepsiyi çekip o değil canım diğeri dedim ve aile fotoğrafçımız Zero tam da bu anı objektifiyle yakalamış :)
Kahve merasiminin ardından bendeniz yine mutfağa çekildim. Herkes kahvelerini içip bitirmişken boş fincanları da toparlıyordum ki müstakbel kayınvalidem konuya "kahvelerimizi de içtik.." şeklinde girince arkama bile bakmadan yine olay mahalini terk eyledim. İstenme konuşmasının başladığını anlayan kızlar da mutfaktan salona doğru geçiş yaptı ve ben de çıt çıkmayan salonda kendi istenişimi duymak için kızların arkasına saklanarak dinlemeye koyuldum :) Hüseyin abi klasik "Cumhur'la İnci birbirlerini tanımışlar, bi karar almışlar" diye başlayan cümlenin sonunu heyecandan "kızınız İdil'i" diye devam ettirince salondan bi iki ses İnci diye düzeltti ve ardından ufak kahkahalar geldi. Söz babama bırakıldığında önce "birbirlerini tanıyıp sevdiler biz de saygı duyduk bize düşen bu kararlarında onların arkasında olmak" dedi fakat ardından Can'a soralım o ne diyo diye kardeşimi çağırdı. O güne kadar bana takılıp hep "o gece sorduklarında vermiyorum dicem kızım" diyen Can, salonun ortasına gelip "ben Cumhur abiyi seviyorum" dedi ve ardından enişte-kayınço olarak sarıldıkları o kare tam da şu;
Onlar kaynaşırken söz tepsisini tuttuğum ve bana şans getiren meleğim Zuhal'imin kamera arkasında bizim söz tepsimizle verdiği poz da ilk kez ve sadece bu blogda :)
Tabi kamera arkasında bu makaralar dönerken biz de herkesin önünde kuzu kuzu ayağa kalkıp yanyana durduk. Zuhal tepsimizle birlikte geldi. Sözü Hüseyin abi kesti ama ne kesmek. Sanırım biz çift olarak çok fazla güldüğümüz için, sözümüz de güle oynaya, komikliklerle geçti. En az bizim kadar heyecanlı olan Hüseyin abi yüzükleri önce bi bulamadı. Zuhal bu İnci'nin bu da Cumhur'un diye bıyık altından tiyo verince önce benim yüzüğümü, sonra da sevgilimin yüzüğünü taktı. Bizde âdet olduğu üzere makaslar kesmez efendim. Zuhal'de zaten tepsinin üzerinden bile sıkı sıkı tuttuğu makasın kesmeyeceği konusunda gülerek ilk uyarısını yaptı. Nası kesicek o makas diyen Hüseyin abi tam elini cebine götürmüştü ki tepsiye bi ortak daha çıktı ve benim fırlama kardeşim "evet makas kesmiyo" girişiyle koptu geldi.
İşte efendi görünüşünün altında bi canavar saklayan kardeşim ve sevgilimin abisi arasında geçen "iki kardeş düellosu" :)
O karmaşa ve heyecanla makas meselesini bile unutan Hüseyin abi, bizi sevgilimle bi kurdelede bağlı bıraktı. Aslında bi yandan sembolik olarak mükemmel bi alt metin var o kurdelenin kesilmemesinde :) Akabinde yine Zuhal'in ufak tiyosuyla "kesicektik doğru" diyerek makası eline aldı ve sonunda kurdelemiz ikimizin parmaklarında aynı iki yüzükte iki parça oldu. Alkışlar ve iyi dileklerle fotoğraf çekimine geçtik. Tüm ailemizin fotoğraflarına bu blogda yer veremeyeceğim, zira bizim söz nişandan farksız oluyor kişi sayısı, âdeti, saltanatı açısından :) Zaten tüm fotoğraflar Facebook'ta yayında olduğundan burda daha ziyade geceden notlar, kamera arkası niteliğinde kareler ve tabi ki hepsi çok önemli olan detaylara yer veriyorum.
İlk fotoğraflar çekilmeye başlanıp, biz de müstakbel kayınvalidem, görümcem ve kayınbiraderimle ilk pozumuzu verdikten sonra sıra annem, babam ve kardeşimdeydi. Bu anlara da damgasını vuran hareket annemden geldi. Daha önceden içinden gelerek bana ve sevgilime hazırladığı hediyeleri bize takarken şu an bile güldüğümüz ve eminim hepimizi yıllar sonra da güldürecek anlar yaşadık. Damadına bi altın takmak isteyen ve insanların o güne özel aldığı kıyafetlere iğne batırmaktan imtina eden annecim, altını siyah şık bi kesenin içinde getirdi fakat Cumhur'un üzerine onu iliştirecek bi yer bulamadığından, bi de o anın heyecanı ve acelesiyle ceketinin düğmesine astı. Hemen ardından bana kolye ve bileklik hediye eden annem zaten onları yakın gözlükleri olmadan takmakta zorlandığından imdada hemen melek kuzen Zuhal yetişti. Ki o da bileklikte epey takıldı ve ortaya "işte o anlar" denebilecek şöyle bi kare çıktı; -Cumhur'un ceket düğmesindeki keseye lütfen dikkat, hâlâ gülüyorum :)-
Sizin de tahmin edeceğiniz gibi uzunca süren fotoğraf merasimi sonrası muhteşem çikolatalarımızı misafirlere ikram ettim. Beklediğimiz geri dönüşü herkesten almak da yüzümüzü güldürdü tabi. Çikolata ikramı sırasında öncelikle sevgiliyle diyaloğumuzu özetleyen kareyi paylaşmayı borç bilirim :)
Burda ben her birini evladım gibi sevdiğim çikolatalarımıza kıyamadığımdan, bi yandan formalite icabı sevgiliye uzatıp, bi yandan "yeme sen" diyorum. Ve tabi ki sevgilinin o kahkahalar attıran bakışı, alsam mı almasam mı gel-git hali.. Kıyamam, nasıl naiftir nasıl. :)
Çikolataların ardından bizim ayrıca ikramlarımız olan ve anneannemin, halamların, yengemin, ablamın, kızların bize hiçbi şey bırakmadan hazırlayıp getirdikleri Arnavut böreğimiz, zeytinyağlı yaprak sarmamız, kekimiz, un kurabiyemiz, mercimek köftemiz, tavuklu kanepelerimiz, patates salatamız afiyetle yendi. Bu sırada Can ve Hüseyin abi arasında yaşanan Beşiktaş-Fenerbahçe muhabbeti, Hüseyin abinin Can'ı Beşiktaş'lı olması için ikna çalışmaları, vaatleri gülüşmelerle devam ederken, mutfak tarafından bi Gülten halam, bi Zümrüt ablam bana kaş göz yapıyor ama ben saf anlamıyorum tabi. Kalktım mutfağa gittim ne oldu dememe kalmadan bizim taraftan Rumeli parçalarını açmamız ve oynamamız konusunda yoğun bi baskı ve istekle karşılaştım. Biz alışkınız, çekinmeyiz çok da severiz. Dedim ya, sözümüz nişan gibi oluyor Arnavut âdetleri sağolsun, bayılırız biz :) Ama endişelendim tabi, nasıl olur diyorum insanlar tuhaf karşılamasın, bunlar napıyo diye ayıplamasın falan. Halam yok diyor bi şey olmaz, severler, hoşlarına bile gider değişik gelir açın oynayın. Olur mu, olmaz mı derken babamdan da gelen yoğun istekle açtık bizim havaları, ortadan cam sehpayı da erkeklere kaldırttık ve işte sözde bile oynayan Arnavut kızçeleri, mükemmel oynayan kuzenimiz İsmail ve arka planda dj pozisyonunda kuzen Bekir Kahyagil :)
Bizim oynamamızı nasıl karşılarlar endişemizi de, müstakbel kayınvalidemin elinde cep telefonuyla fotoğraflarımızı çektiğini gördüğümde yendim. Onların da çok hoşuna gitmiş zira bu dakikalar. Biz salonun tozunu attıktan sonra son bi ikram olarak soğuk içeceklerle serinledik ve zaten akabinde kızı alan taraf rahat, huzurlu bi şekilde müsade istedi. İşte asıl mesele de tam bu an ortaya çıktı :) Yine bizim aile geleneklerinden biri haline gelmiş olan, kız isteme merasimi bitip erkek tarafı giderken bizden bi aile büyüğünün damadı alıkoymasına geldi sıra. Bu konularda söz sahibi olan halamız Sanko'muz kayınvalideme Cumhur'u biz biraz daha burda tutuyoruz, daha sonra eve gelir diyerek durumu belirtti. Kayınvalidem de beklenmedik bi şekilde " o zaman bende kızımı götürüyorum" diyerek beni elimden tuttuğu gibi kapıya kadar götürdü :) Tabi işin espirisi, ben bi yere gitmedim ama biz damadı alıkoyduk o ayrı.
Erkek tarafı gittikten sonra bizimkiler içerde yine Rumeli havaları açtı, yine oynandı, bu sefer kız babası olarak tüm kuzenler babama oynadı, babam ve halam hepimize paralar yapıştırdı falan keyifler yerinde yani.
O kargaşada sevgili kalkmış odama gitmiş, tabi hemen arkasından gittim baktım aynanın önünde durmuş, hep yaptığı gibi parfümlerimle takılarımla oynuyor. Sonra dönüp bana baktı, ben de ona baktım. Sonrası yine ikimize has bi huzur.. Uzun uzun göz göze duruşumuz, derin birer nefes alıp sarılışımız, gözlerimizin doluşu, sevgilimin aynamın önünde duran ve kendisinin aldığı iki yüzük kutusuna uzanışı, her başarımızın ardından gelen o sakinlik, o zaferle karışık tatlı bi uyku ve baş dönmesi hali.. Hiç kelime yok. Bizde hep var olan, "bunu bu hale biz getirdik, biz başardık" duygusu içinde ara ara netleşen, ara ara gözyaşlarımızla flulaşan kareler topluluğu, dönüp eserini izleme hali, bi tutam "hâlâ inanamıyoruz"luk ve ortaya çıkan müthiş bi koku. Evet koku. Ancak böyle tasvir edilebilir bi tat belki.. Sıfatlandırma ihtiyacı duymuyorum. Kalıplara ihtiyacımız yok.
İnsanı alıp götüren eski zamanlardan kalma bi kahramanlık öyküsü gibi.. Bi başka iki insanın anlatıldığı bi filmi izler gibi.. Ya da bu kelimeleri takip edip, bu cümlelerle hayatımızın bi kısmına konuk olan herkesin yaptığı şekilde, bi roman okur gibi..
Daha önce de herkesle paylaştığım gibi; bu yaşıma dek yazmış olduğum, uç uca getirerek cümleleri, kelimeleri oluşturduğum her harfim sevgili adama aittir ve ona ithaf edilmiştir. Yazmış olduklarıma, yazıyor olduklarıma ve yazmaya devam etmeme böylesi sahip çıktığı, en büyük desteği yürekten verdiği, her kelimemi görene dek heyecandan yerlere göklere sığamadığı, okuduğu her cümlemin ardından kızıyla gurur duyan bi baba, kardeşiyle gururlanan bi abi olabildiği, gözleri dolabildiği ve bu blogla bağlantılı olarak tabi ki yüzüğünü taşımaktan, eşi olmak için çıktığım yoldan ve sevdiği kadın olmaktan gurur duyduğum ve yaşattıklarına karşılık bi hiç sayılsa da, yapabileceğim en iyi şekilde yazılarımla onu gururlandırmama izin verdiği için 'O' Adam'ıma teşekkürlerim, Tanrı'ya şükürlerimle..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder