15 Aralık 2011 Perşembe

Ünlü Olduk

Blog meselesini ilerlettik sanırım. Reklam falan alıyoruz artık buralara :) Şaka bi yana, geçtiğimiz hafta meleklerimizden Funda'm bize mükemmel bi jest yaptı. Düşünceli kızdır her zaman, biz bazen yetişemesek de o her birimize her an yetişir. Üstüne böyle mükemmel hareketlerle bizi utandırır.
Cumartesi Zuzu'm bizdeydi. Bi yanımda sevgilim, bi yanımda kuzenim hayat bana güzeldi vesselam. Neyse dağıtmayayım, Zuzu yanında bi zarfla geldi "Funda yolladı size hediye" diyerekten. Baktım zarfa, merak uyandırıyor. Buyrun beraber bakalım.



Ne ola ki acaba dedik ve açtık. Ne görelim?

Burdan sonrasını yorumsuz bi şekilde fotoğraflarla yayınlıyorum. Yorumu siz yapın ey okuyucu. Meleğimiz Funda'mıza koskocaman teşekkürlerimizin kanıtı olsun bu blog da. O bize böylesi bi jest yaptı, bizim elimizden de gelen bunları yazmak efem :)




Bu arada bu jest konusunda ketum olmayacağım; sevgili gazetesinden yaptırmak isteyenler öncelikle Funda'ya ulaşabilirler ve Funda'yı tanımayanlar için şurdan alalım sizi :)


www.hediyefabrikasi.com

14 Aralık 2011 Çarşamba

Sevgili Mutfak

Epey oldu bu mutfak macerası gerçekleşeli esasen. Yazmaya geç kaldım çünkü fazla titiziz bu konuda. Baştan savma olmasını istemediğimizden, tam konsantrasyon sağlayabileceğim bi zamanı bekliyorum hep. Ve o zaman geldi efenim.
Mutfak macerası dediğim, sevgili benden bizimle meşhur Arnavut ciğeri istedi bi akşam. Tabi bizimle birlikte o da gerçek bi Arnavut olduğundan, normal :) Velhasıl kelâm, bende ciğer yalnız başına kalmasın dedim ve sıvadım kolları.


Öncelikle işe tatlı seçimiyle başladım. Çikolata canavarı bi sevgilim olduğundan tema belli tabi. Kısa bi araştırma sonrasında Çikolatalı Mousse'ta karar kılıyorum. Tarif yazmayacağım tabi, yok artık :) Sadece malzemelerimizden ufak bi mutluluk pozu alıyorum, buyrun;



Çikolatalar rende diyor tarifte, gidip rendelenmiş çikolata almayı kendime yakıştıramıyorum ve o dakikadan sonra rendeyle oldukça samimi oluyoruz. Kaç dakika sürdü bilmiyorum 250 gr. çikolatayı ellerimle rendeledim ve hayret ki hiçbir parmağımı olaya dahil etmedim. Gönül isterdi ki rendelediğim, onca emek verdiğim çikolataları kimse yemesin, ömrümüz boyunca bi kavanozda saklayalım ama heyhat tarif gereğince benmari yöntemiyle erittim emeklerimi. Bu noktada ufak bi before-after karesi paylaşmak isterim;




Burdan sonra hazırlıklar hız kazandı yalan yok. Yumurtaları acımadan sarılar ve beyazlar olarak ikiye ayırdım. Sarıları erimiş çikolata karışımına pudra şekeriyle birlikte ekledikten sonra, beyazını uzun süre çırparak kar haline getirdim. Burda ufak bi püf noktası; beyazları çırpıp kar haline getirirken içine asla sarı karışmamış olması gerekiyormuş. Yoksa öldürsen kabarmıyormuş ve siz de bunu 5 yumurta ziyan ettikten sonra anlıyormuşsunuz. Ama işte bembeyaz ve kabarık ötesi kar kreması;


Kremayı da çikolatalı karışıma ekleyip cuplara aldım ve buzdolabına kapatıp akşama kadar soğumaya bıraktım. Tatlı işini hallettikten sonra ciğerleri yıkayıp temizledim. Arnavut ciğeri hakkıyla olsun diye kuşbaşından bile ufak doğradım. Sevgilinin isteğiyle yarısını unlu yarısını unsuz olarak hazırladım. Onlar dinlenirken bi yandan patatesleri küp küp doğradım, pirinci ıslatıp kavurmaya başladım ve salatayı hazırladım. Renkli salata için burdan;


Salatanın ardından ufak ufak saatin de akşama yaklaşmasıyla çorbayı kaynamaya alıp pilavı da kendi halinde pişmeye bıraktım. Bu arada pilav konusuyla hiç barışamadık o güne kadar, ama enteresandır ömrümün o gününe dek böyle bi pilav yapmamıştım. Kendim bizzat şahsen dumurlara sürüklendim. Çorba kaynarken pilav hızla hazır oldu ve ben patatesleri ve ciğerleri kızartmaya geçmeden kendilerinden gülücüklü birer fotoğraf aldım tabi;



Mükemmel pilavımı bi köşeye demlenmeye kaldırıp, çorbanın da altını kapattıktan sonra sıra kızartma işlemine geldi. Bu sırada sevgili mutfağa gelip gidiyor, nerdeyse dakika başı "yardım lazım mı?" diye sorup duruyor. Benden daha heyecanlı ya da daha aç :) Yemekte annem yok; babam, Can ve sevgiliye tüm varlığımla saçlarımı süpürge etmişim yani. Kıymet bilelim lütfen öhö.. :)
Ne diyordum? Kızartma. Ben böyle yazarken yağ kızdı tabi, attım patatesleri tavaya ve işte altın sarısının leziz bi tonu;



Onlar pişerken daha önce unladığım ciğerleri bi kez daha unladım ki çok daha mükemmel bi sonuç elde edeyim. Pişen patatesleri tavadan alıp yerine ciğerlerin ilk yarısını attım. Dediğim gibi, sevgilinin isteğiyle yarısını unlu, yarısını unsuz hazırladım. Hangisi daha güzel oldu derseniz, bence en güzeli yerken sevgilinin yüzünde oluşan ifadeydi derim :)



Geceye ait iki pişmanlığım güzelim masanın fotoğrafını çekmemiş olmak ve sevgilinin rakı isteğini unutmuş olmaktı. Ama bahane olmadı değil, bi daha ki Arnavut ciğeri akşamı rakısız geçmeyecek :) Babam beğendi, sevgili beğendi, ben beğendim daha ne olsun? Yemekler bahane, muhabbet şahaneydi. Yemek yendi, çaylar içildi. Üç erkek de yüzüme "tatlı ne zaman gelecek?" bakışları atıyor. Ben havamdan geçilmeyerek oralı olmuyorum tabi. Hatta arada "yok tatlı yapmadım" falan gibi blöflerim oldu. Daha fazla da çatlatmayayım dedim ve şaheserlerimi ayrıca muhteşem bi sunumla beylere ikram ettim. Akşam akşam iştah kabartacak komple çikolatadan ibaret mousselarımız ve tasarımı bana ait süslemeleri;

Ellerime sağlık mı ne? :)



12 Aralık 2011 Pazartesi

Mesaj




Bu çalışmanın ismi "mutlulukşeysiiki". Birincisini önceki blogda paylaşmıştım. Fazla uzatmayacağım, sevgiliden günün beklenmedik bi saatinde gelen, insanlık için ufacık ama bizim için kocaman bi gelişmenin resmidir bu. O aklı güzel, zihni harikulâde adamın düşünüp bu sahneye sığdırdığı mesajı anlayanlar; evet siz, belki bi gün siz de kendi şirininizi görebilirsiniz..

1 Aralık 2011 Perşembe

Çocuk

Akşamüstü.. Zero'yla karşılıklı oturmuş sıcacık kahvelerimizi içiyoruz. Bi yandan sevgilinin bana son sürprizini inceliyorum (çok yakında burda olacak o da) bi yandan sohbet muhabbet.. Sonra bi mail daha geliyor sevgiliden; konusu "ilkokuldaolsampaintteböyleyazardımismini" olan. Şimdi yazınca farkettim, güzel blog adresi olurmuş :) 
Bi meraklandım tabi ama isme bakmaktan alıp kendimi, mailin içeriğine geçemiyorum. Gülümseme yayılmış yüzüme. "Kim bilir yine ne yaptın çocuk.." diyorum içimden. Sonra açıyorum maili, gördüğüm saf bi şey. Ama ne? Esasen ari kelimesi daha uygun. Hatta kelimenin sözlük karşılığına gelebilecek görüntü tam olarak bu. Masumiyetin, çocuksuluğun ve dahi çocukluğun bizzat vücut bulmuş hali. 

---

İlkokulda hayal gücünün sınırları elişi kağıtlarının renk sayısıyla ölçülürdü ya hani, onun gibi. Hani sınıfta elişi kağıdındaki renk sayısı daha fazla olan çocuk varya, o biraz daha havalıydı, o süperdi, imrenilesi biriydi. Kaç renk kağıdı varsa, o kadar renkliydi sanki hayalleri de. Nerdeyse bütün çocuklar onunla arkadaştı ve henüz arkadaşı olamayanlar da olmak için can atardı. Sonra en güzel resimleri de mutlaka o yapardı. El yazısı inci gibiydi ve kalem kutusunda kokulu silgisi vardı. Sınıf başkanıydı ve herkes onun sıra arkadaşı olmak hayalleri kuruyordu. Sınıfın tüm kızları ona aşıktı ama o yalnızca biriyle ilgileniyordu. Tenefüslerde erkekler şişe kapağıyla maç yapıp, kızlar lastik oynarken onlar birlikte dolaşıyorlardı. Beslenme saatlerinde keklerini paylaşıyorlardı ve okul çıkışlarında çocuk kıza leblebi tozu alıyordu. Bi kaç zaman sonra yanyana oturmaya başlamışlardı ve bu bütün sınıfa "çıkıyorlar" dedikodusunun yayılması için yeterliydi. Sınıfın en çalışkan, en havalı, en yaratıcı, en süper çocuğuyla, şu sarı saçlı kız.. Çıkıyorlarmış. Kim bilir, belki büyüyünce evlenirler bile.. 

---

Sınıfın o en havalı çocuğu varya, o benim sevgilim işte.